Efnan Atmaca –Bu sezonun en beklenen oyunuydu “Afife”. Seyircinin sabırsızlığını düşünüp erkenden açtı perdesini. Afife rolünde Demet Evgar’ın devleştiği sahnede Tilbe Saran, Necip Memili, Bora Akkaş farklı karakterlere bürünüp benzersiz bir tiyatro evreni yarattılar. İdil Sivritepe, Bedir Bedir, Orkuncan İzan, Bilge Çınar, Öyküsu Okur, Basma Seiba, Ekremcan Arslandağ ve Atılgan Gümüş’ü de alkışlamadan geçmeyelim. Afife’nin Türk kadını için yaktığı ateşin ışığında tiyatroya emek veren tüm kahramanları andılar oyunda. Afife Jale’yi neyi başardığını, neden bir fedai olduğunu bir tiyatro kumpanyası içinde kutsanan heves ve zorluklara karşı verilen mücadeleyle anlattılar sahnede. Selin Cankı Ceylan’ın metnini kaleme aldığı oyunun yönetmeni ise Serdar Biliş. Biliş’le hem oyunu hem de Afife Jale’yi konuştuk.
■Afife’yi sahneye taşımak sizin için ne ifade ediyor?
Olimpos dağlarından ateşi çalarak insanlara hediye eden Prometheus gibi Afife de hayalini, arzusunu, eylemini kendisine yasak olan bahçeye uzatmış ve Muhsin Ertuğrul’un dediği gibi ebedi bir uykuya daldığı zannolunan Afife, Türk kadınlığı arasından büyük ruhlu biri olarak çıkarak tiyatroya intisap ederek köleleşmiş eski taassubu defaten parçalamıştır.
Afife olmak cesaret etmek demek. Bu hikâye benim için ötekisi olduğun bir dünyaya girmek istemenin çabasını, hırsını, burukluğunu anlatır. Sana çizilen sınıra razı gelmeyerek inatla var olmaya çalışmayı anlatır. Afife olmak, içinde taşıdığın mücevher ışıldasın diye kapkara yollara girmeyi ve sevilmemeyi göze almayı anlatır. Hayalimdeki Afife sonradan altı çizilen mağdur ve kurban kişilikten çok daha dikenli, çok daha oyunbozan, çok daha devrimci bir kadındır.
Günümüzde ne yazık ki gişe gelirleri ve fahiş maliyetler denklemine sıkışmış bir özel tiyatrolar gerçeği var. “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” ile “Afife” bu ticari denklemin beklenti sınırlarını zorlayan, ezber bozan işler oldular. Bu, yolculuğumda da bana cesaret veren bir gelişme.
■Hayalle gerçeğin iç içe geçtiği bir uyarlamayı tercih ediyorsunuz. Var olmaya çalışan bir kadın ile yarına kalmaya çabalarken yeniden korkmayan bir tiyatro…
Bu uzun yolculuğun daha en başında bunun ‘afife olmak’ ile ilgili bir hikâye olması konusunda nettik. Var olan bilgiler ışığında detaylı bir biyografik çalışmanın yapılamayacağı gerçeği bir yana, bu yolun Afife’nin gencecik bir kadın olarak başardığı şeyden çok trajik sonuna odaklanma riski de vardı. Hâlbuki biz onun diyonizyak enerjisini ve yılmaz varoluşunu kutlamak ve ondan aldığımız ilhamı tiyatro salonunu dolduran insanlara yaymak istedik. O yok olmayı değil var olmayı seçmiş bir ruh. Aşkla bağlandığı tiyatro sahnesi de elbette oyunun orta yerinde olmalıydı. Elbette tiyatro sahnesinin o dönemki ustalarını selamlamamak olmazdı, ki maalesef bizler o Ermeni ustaların isimlerini bilmiyor, hatırlamıyor ve yaşatamıyoruz. Hepsine buradan da selam göndermiş olalım. Baş döndürücü bir dönem: Cihan harbi, işgal altında İstanbul, istiklal ülküleri, kıpır kıpır payitaht sokakları… Bütün bu tarihsel ve sosyolojik arka plan hikâyeye zenginlik kılan ve derinleştiren unsurlar.
“Manevi kaynağı deliliğimiz maddi kaynağı ise genellikle ikna”
■Sahnede kurduğunuz evren pek çok tiyatro insanının hayali gibi. Çok önemli oyuncuları bir araya getiriyorsunuz. Dekoruyla, kostümüyle, ışığıyla, multimedyasıyla yepyeni bir dünya kuruyorsunuz. Peki siz bu evreni kurmayı ve hem maddi hem manevi desteği almayı nasıl sağlıyorsunuz?
Tiyatro bir ekip işi. Bir ressam gibi, bir romancı gibi köşenize çekilip yapabildiğiniz bir şey değil, ki ben bazan ah keşke diyorum, tabii şaka bir yana, hikâyenin başına toplanmış onca yaratıcı enerjiyi bir potada eritmek de işte yönetmenin işi. Ama tiyatronun büyüsü o ekiptir. Bir minik an sahnede su gibi aksın diye saatlerce prova edilir, hesaplar yapılır, çözümler bulunur. Bu zahmetli çalışmanın manevi kaynağı deliliğimiz, maddi kaynağı ise genellikle ikna, ikna ve yine ikna üzerine kurulu. Tiyatronun ve sanatın bir toplumun ruh sağlığı ve gelişmesi için elzem bir şey olduğunu kavradığımızda sanatçılarımızı da belki bu kadar ikna turlarına mecbur etmemiş oluruz. Ödeneklerin merkezi ve yerel idare makamlarınca kendilerine yontulduğu, özel sektörde ise sanata desteğin reklam çalışması ile iç içe geçtiği bir dünyada dengeyi tutturmanın kolay olduğunu söyleyemem.
Demet Evgar: “Bütün duvar üstüne çökmüş Afife’nin”
Demet Evgar’a Milliyet Sanat’ın eylül sayısında Asu Maro’yla yaptığı söyleşide “Size ne hissettiriyor Afife’nin mücadelesi?” sorusunu “Sanki bir duvar var, o duvarın arkasındaki dünya da sana ait ve bir delik açıp o delikten dışarı çıkarken bütün duvar üstüne çökmüş Afife’nin. Üzerine basan geçmiş. O tuğlaların altında kalmış bir imge geliyor gözümün önüne Afife Jale deyince. 10 yıllarca bilinmemiş bile ama o deliği o açmış. Fakat altında da kalmış duvarın. O sarhoşluk, o ağrıları… Muhtemelen çok kuvvetli bir migreni var, belki beyninde bir tümör, bir sürü şey olabilir, sokakta kalıyor, dayak yiyor, kafasına darbe alıyor. İlaç yok, bir şey yok. Morfinle ağrısını geçirince de morfinman oluyor. Sonradan ‘Onu kurtaralım, o ilkti,’ denilebilecek bir durum da yaşanmıyor. Cumhuriyet yeni ilan edilmiş o dönem, Atatürk’le bir araya hiç gelmemeleri çok enteresan aslında. Onun yanına getiremezler çünkü yeni kurulmuş, taze, bebek bir ülkede morfinman bir kadını öne çıkaramazsın” diye cevaplıyor.