MERT İNAN- Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın dâhiyane askeri strateji, taktik ve yönetim modeli ile Mehmetçik’in kahramanlık destanının yüzlerce yıl sonra da hatırlanacağını belirtirken, Atatürk’ün en büyük hedefi ve idealinin ise bilimin rehberliğinde ilerleyen “Bağımsız ülke, örgütlü halk, özgür birey” sözleriyle özetledi.
*Büyük Tarruz’un stratejisini asıl belirleyenler isimler kimlerdi? Örneğin Fevzi Paşa’nın stratejik planlamada büyük rolü olduğu belirtilir?
“Büyük Taarruz Mustafa Kemal Paşa’nın Milli Mücadele stratejisinin bir parçası olarak planlandı ve uygulandı. Planlama sürecini Fevzi ve İsmet Paşalar, Batı Cephesi kurmay başkanı Albay Asım Gündüz önderliğindeki karargâh subayları yürüttü. Ordu komutanları Nurettin Paşa, bazı itirazları olsa da Yakup Şevki Paşa hatta görevden alınmadan önce Ali İhsan Paşa ile kolordu komutanları Fahrettin Altay, Kemalettin Sami Gökçen, İzzettin Çalışlar’ın plana katkıları oldu.
Mustafa Kemal, tüm olasılıkları değerlendirdi ve harekâtın son şeklini belirledi. Bazı itirazları dikkate aldı, bazılarını almadı. Kararını verdi. Strateji, amaçlarla araçları dengeleme sanatıdır. Bu sanatın inceliklerine bütün boyutlarıyla vakıf olan kişi Başkomutan Mustafa Kemal’di. Hem meclis başkanı olarak siyaseti belirliyor hem dış ilişkileri yönetiyor hem de başkomutan olarak orduyu sevk ve idare ediyordu. En başından beri, Milli Mücadele’nin Atatürk tarafından yürütülen bir stratejisi vardı. Buna askeri terminolojide ‘Büyük Strateji’ ya da ‘Grand Strateji’ diyoruz.
Bu büyük stratejinin ilk ve en önemli adımı halkı ve tabii onun en duyarlı kesimini yani içinde asker ve sivil yöneticiler, vatansever din adamlarının bulunduğu halk önderlerini tehlikeye karşı uyarmak için temas etmek oldu. Onları tehlike karşısında uyardı. Süreç içinde teşkilatlandırdı.
Atatürk, padişah ve halifeyi karşısına almadı. Sadrazam ve kabine ile karşı karşıya gelmeyi tercih etti. İtilaf devletleriyle doğrudan çatışmak yerine, sadece Yunanistan’ı karşısına aldı. O devletleri başlangıçta karşısına almak yerine kendi kamuoylarını etkilemeyi ve aralarındaki dayanışmayı zayıflatmayı tercih etti. Aralarındaki çelişkilerden istifade etti.
Mustafa Kemal Amasya Bildirisi, Erzurum ve Sivas Kongreleri, nihayet Meclis aracılığıyla siyasi; Kuvayı Milliye ve zaman içinde kurulan Ordu ile askeri boyutu örgütledi ve kurtuluş stratejisini hayata geçirdi. Ankara Hükümeti, güç geliştirdikçe düzenli orduyu güçlendirerek etkin bir şekilde kullandı. Tüm bunların sonunda zafer elde edildi.”
*Kan dökülmeden veya Yunanistan ile barış masasında uzlaşmak mümkün olabilir miydi?
“Mustafa Kemal ve arkadaşlarının amacı ülkeyi işgalden kurtarmaktı. Bunun savaşmadan mümkün olmayacağını bilmesine rağmen her türlü barış girişimine kapıyı açık tuttu. İtilaf Devletleri’nin adil bir barış önerisi sunmayacaklarının farkındaydılar. Ateşkes önerisini kabul ettiler.
Mart 1922’de, yani Büyük Taarruz’dan 5 ay evvel, İtilaf Devletleri mütareke adı altında yumuşatılmış Sevr’i masaya getirdiler.
Ankara Hükümeti Nisan 1922’deki cevabında mütareke koşullarını uygun bulunmasa da barış kapısını kapatmadı. Başkomutan gerçekte bir barış insanıydı ama savaşmadan barış sağlamanın mümkün olmayacağını öngörmekteydi. Barış teklifini kabul ettiler ancak şartlarını ileri sürdüler. Tabii kabul görmedi.
Mustafa Kemal Paşa, zaman kazanmak, Büyük Taarruz için hazırlıkları tamamlamak istiyordu; yarım hazırlık ve tedbirle yapılacak bir taarruzun başarısızlıkla sonuçlanacağının bilincindeydi.
Kesin neticeye ulaşmak ise üç vasıtanın hazır hale getirilmesine bağlıydı. Birincisi millet; ikincisi Meclis; üçüncüsü Ordu… Bu sayede zafer kazanıldığı gibi, savaştan sonra Sevr ve benzeri tekliflere tüm kapılar kapatıldı. İçerisi kadar diplomatik arenadaki girişimler de çok önemliydi. 1920’de Karabekir Paşa’nın Kafkas Seddini yıkmasından sonra Sovyetler ile dirsek teması alan kazandı. Sakarya Savaşı’ndan sonra aradaki bağ kuvvetlendi. Bilindiği gibi Sakarya Zaferi aynı zamanda Fransızlarla Ankara Antlaşmasını doğurdu ve Çukurova boşaltıldı. Atatürk, uluslararası arenada destek bulmak için iç ve dış gelişmeleri eş zamanlı ve etkin yürüttü.”
*Milli Mücadele’de talihin değiştiği dönem veya anlar hangileridir?
“Büyük Taarruz’dan önceki yıllarda, Balkan Savaşları ve ardından Birinci Dünya Savaşı’nda gelen yıkım, Türk Milleti’nde büyük bir karamsarlığa neden olmuştu. 19 Mayıs 1919’dan sonraki süreçte de çok zorlu geçti. Saray tarafından Mustafa Kemal’in 9. Ordu Müfettişliğinden azli ve 8 Temmuz 1919’da istifası yanında o gün Karabekir Paşa’nın kolordusuyla birlikte Mustafa Kemal’in emrinde olduğunu belirtmesi en kritik andı. Bilindiği gibi 1920 ve bir ölçüde 1921 yılı iç savaş yıllarıydı. 1921 başında kazanılan İnönü muharebeleri ve Çerkez Ethem’in tasfiyesi önemli bir dönüm noktasıydı. Yine Kütahya-Eskişehir muharebelerinde yaşanan yenilgiden sonra Ankara’ya dayanan Yunan ordusunu Sakarya’da durduran kahraman, cefakâr bir ordunun direnci başlı başına önemliydi. Sakarya Savaşı en kritik dönemeçlerden biri oldu.
Artık tamamen inanılan ve güvenilen bir lider ve karşısında İngiltere, Yunanistan ve Osmanlı padişahı vardı. Savaş tek cepheli hale getirildi. Ankara artık daha ciddiye alınan bir merkez oldu. Yokluk, yoksulluk, işgal bütün ağırlığıyla milleti eziyordu ama diğer yanda umut vardı. Milletin onur mücadelesi vardı. Sakarya, bu umudun toprağı, suyu, ateşi oldu…”
*Büyük Taarruz’dan önce Meclis’te ciddi bir muhalif grup vardı ve yıkıcı eleştiriler yapıyorlardı. Bu karşı çıkışların arkasında bilmediğimiz yol haritaları mı vardı?
“Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis’te arkasında duran geniş bir vekil grubu vardı ancak bir de İkinci Grup vardı. Bu grup çok sert ve yıkıcı bir muhalefet yürütüyordu. Ancak Mustafa Kemal’in ikna gücü çok yüksekti. Karizması karşısında güçleri kırılıyordu. Gazi’yi bu dönemde en çok meşgul eden Meclis’te oluşan ikinci grup üyeleri oldu. Aslında Milli Mücadele önderleri arasında daha sonra yaşanan büyük kırılmalarda da bu dönemde yaşanan ayrışmaların yıkıcı etkisi olmuştur. Bir diğer meşguliyet konusu ise Enver Paşa’nın arayışlarıydı. Ülkeye dönecek ve vatanı kurtaracaktı. Tek amacı yurda dönmek ve iktidarı ele almaktı. Enver Paşa’nın hayalleri Sakarya Savaşı’nda sonra suya düştü.
Başkomutanlık görev süresinin uzatılması tartışmaları esnasında 6 Mayıs 1922 günü Meclis’te yapılan konuşmalar derslerle doludur. Başkomutan, ‘Türk ordusunun taarruz gücü yoktur’ diyen muhaliflere karşı sert tepki verdi. ‘Her ne olursa olsun Başkomutanlığı bırakmayacağım’ diyerek son sözü söyledi. Aslında bu ifade, makam ve unvan sevdası değil, kendini vatanı kurtarmaya adamış bir büyük adamın yüksek sorumluluk duygusunun yansımasıdır.”
*Büyük Taarruz’un öncesinde dönersek, neler görürüz?
“Taarruz planına son şekli verildi. Başkomutan, yanında Fevzi ve İsmet Paşalar ve ordu komutanlarıyla Akşehir’de yaptığı 27-28 Temmuz toplantısı çok önemlidir. İtirazlar dikkate alınmadı. Yakup Şevki Paşa’nın rezervli tutumu aşıldı.
Taarruz hazırlıkları 25 Ağustos’ta tamamlandı. Eskişehir-Afyonkarahisar hattının doğusunda bulunan dört kolordu 14 Ağustos’tan itibaren yürütülerek Afyonkarahisar güneyine intikal ettirildi. Yığınak 24 Ağustos’ta tamamlandı. İntikallerin gizlenmesi için alınan tüm tedbirlere rağmen Yunan Ordusu’na sığınan hain bir asker bildiklerini aktardı. General Trikupis, aldığı bu bilgiye rağmen 25 Ağustos gecesi Afyonkarahisar’da düzenlediği baloyu da iptal etmedi sadece tedbir olarak bir tümenin Afyon’a doğru yanaştırılmasını emretti.
25 Ağustos günü her türlü taarruz hazırlığı tamamlandı.
O günkü şartlara baktığımızda sahip olunan silahların modernliği açısından Yunan ordusu daha güçlüydü. Süvari gücü açısından üstün olan bizim ordumuzdu. Büyük bir risk alındı. İngiltere’nin Yunan Ordusu’na takviyesinden çekinildiği için tüm telgraf irtibatları kesildi.”
*İki kuvvet ve komutanlar arasındaki asıl fark nerelerde göze çarpıyordu?
“Yunan ordusu tahkimli mevzilerde uzun süredir bulunmanın avantajına sahipti. Mevzilerinin önünde dikenli tel engelleri vardı. Buna karşılık moral üstünlüğü Türk tarafındaydı. Askerlerimiz işgalciye karşı taarruz etmenin ve düşmanı yurttan atmanın azim ve coşkusu içindeydi.
Mustafa Kemal Paşa, savaşı Kocatepe’den düşmana birkaç km mesafeden yönetme pozisyonu almışken, Yunan Küçük Asya Ordusu Komutanı Hacıanestis cepheye 450 km geride İzmir’deydi. En büyük fark bu ayrıntıda gizliydi. Belki Hacıanestis cephede olsa ve ordusuna daha önce Konya istikametinde taarruza geçme emri verse, avantaj elde edebilirdi.
Bizim açımızdan risk almak gerekiyordu ve alındı. Cephedeki bütün ağır topçunun dört grup halinde asıl taarruz bölgesinde toplandığı dikkate alındığında kuvvet mukayesesi 1’e 6’nın da üstüne çıkmıştı. 1’e 6 üstünlük sağladığınızda karşınızdaki düşmanın cepheye tutunması imkânsız hale gelir.”
*Taarruz planlanandan 30 dakika geç başlıyor? O anlarda neler yaşanıyor?
“Sabahleyin planlanan saatte topçu ateşimiz yapılamadı. Sis bastırmıştı ve sisin dağılması beklendi. Topçu ateşi, yarım saat geç başlıyor. Topçu ateşinin başlamasından bir süre sonra bütün cephede taarruz başladı. Yarma bölgesinde görevli olan 1. ve 4. Kolordular kendi bölgelerinden taarruza başladılar. Süvari Kolordusu Ahır Dağlarını aştı ve Sincanlı ovasına ulaştı. 26 Ağustos günü kısmi başarı sağlandı ama cephe yarılamadı.
Trikupis taarruzun farkına vardığında daha önce cepheye yanaştırdığı ihtiyat tümeni ile Afyonkarahisar güneyindeki birliklerini takviye etti. Bu hamlesiyle kuvvet dengesi bir ölçüde sağlandı. Dolayısıyla bazı bölgelerde taarruzlar durdu ancak moral bozukluğu yaşanmadı. İhtiyat, 2. Kolordu’dan alınan bir tümenle 4. Kolordu takviye edildi. İkinci gün (27 Ağustos) cephe yarıldı. Cephesi yarılan ve gerisi Süvari Kolordusu ile kesilen Yunan Ordusu Sincanlı Ovası’na doğru perişan bir şekilde sürüldü.”
*Süvarilerin zaferdeki payı sanırım çok dillendirilmiyor?
“Süvari Kolordusu 26 Ağustos sabahı Sincanlı ovasına indi. 27 Ağustos’tan itibaren Yunan Ordusunun iletişim hatlarını kesti. Demiryolu üzerinde tahripler yaptı. Yunan Ordusu’nun arkasına sarkarak kuşatmayı gerçekleştirdi. Döğer bölgesinde bulunan Yunan ihtiyat kolordusu özellikle Kazuçuran Dağları bölgesinde 2. Ordu’nun yaptığı taarruzlarla tespit edilirken, yani yerinde tutulurken gerisinden de Süvari Kolordusu ile kuşatılmış oldu. Böylece cepheye etki etmesi engellenmiş oldu. Yunan Ordu Komutanlığınca Kolordulara geriden verilen emirler, cepheye ulaşmadı ve durumu kavramakta ve tedbir almakta zorluk yaşadılar. Hacıanestis tarafından ihtiyat 2. Kolordusuna Konya istikametinde taarruz etme emri verildi ancak yapılamadı. Yunan Ordusu’nda ciddi emir komuta problemi yaşandı. Fahrettin Altay Paşa, süvarileri ustalıkla yönetti.”
*Yunan komuta heyetinin yanılgı ve hataları nelerdi?
“Yunanlılar, Türk Ordusu’nun taarruz edebileceğine ihtimal vermediği gibi, kendi savunmalarının oldukça güçlü ve aşılamaz olduğuna inanmışlardı.
Bu algının oluşmasında Meclis’te yapılan görüşmelerin de büyük etkisi vardı. ‘Türk Ordusu taarruz edemez’ şeklindeki tartışmalar, Türk Ordusunun zayıf olduğu şeklinde bir algı yaratmıştı.
Bunun yanında Başkomutan son güne kadar ‘taarruz edeceğiz’ demedi. Fethi Okyar, Londra ve Paris’e barış görüşmeleri için gönderildi. Aslında Ankara Hükümeti barış arayışında samimi olsa da zaman kazanmaya çalışıyordu. Mustafa Kemal, Ankara’daymış gibi resepsiyon verileceği duyuruldu. Anadolu’da isyan çıktığı haberleri de kasıtlı olarak yayıldı. Atatürk, Konya’ya geldiği andan itibaren tüm dünya ile irtibatı kesti. Ankara’dan hiç haber alınamayınca Ali Kemal, ‘Bunlar kim, taarruz etmek kim? Ancak resepsiyon verirler’ şeklinde bir yazı kaleme almıştı! Mustafa Kemal Paşa’nın hastalığı nedeniyle resepsiyonun iptal edildiği konuşulurken, Başkomutan cepheydi. Yunan komuta heyetinin Türk Ordusu’nun gücünü ciddiye almaz tavrı, kendilerine pahalıya mal oldu.”
*Savaş alanındaki tabloyu çizer misiniz?
“Sarp, kayalık arazide, sıcak havada, düşman ateşi altında ilerlemenin bütün zorlukları yaşandı. Dikenli tel engellerinin aşılmasında zorlanınca yığılmalar oldu ve zayiat verildi. Küçük çaplı da olsa Yunan karşı taarruzları Türk Ordusu’nda kayıplara neden oldu. Arazi kurumuş otlarla kaplıydı. Topçu atışı sonucunda bir kısım askerimiz yangının ortasında kaldı. Ateş ve duman topçu atışının sevk ve idaresini zorlaştırdı. Her şeye rağmen Yunan ordusu büyük bir baskına uğratıldı.”
*Büyük Taarruz başarısız olsa sonuç ne olurdu?
“Başarısız olunsaydı tarih başka türlü yazılacaktı. Ancak şunu da unutmayalım. Büyük Taarruz başarısız olsa da Yunan Ordusu’nun da gücü tükenmiş olacaktı.
Türk taarruzdan önce istifa etmiş olan Yunan Başbakanı Gunaris, istifasından aylarca önce 300 kadar savaş karşıtı adamı askere aldırıp, cepheye göndermiş askerleri isyana teşvik ettirmişti. Yunan Ordusu’nda homurdanmalar vardı. Aslında birçok Yunan askeri savaşmaktan bıkmış vaziyetteydi. Yunan komutanlar ise Anadolu’nun içlerine doğru yürümenin doğru bir plan olmadığını ve bu taktiğin sürdürülemeyeceğinin farkındaydı. Kral Konstantin’in ziyareti sırasında, Kütahya’daki Yunan askerleri ‘terhis, terhis’ şeklinde sloganlar atmışlardı. Buna rağmen 2 tertip asker daha cepheye takviye gönderildi. Yunan Ordusu da moralsiz ve yorgun durumdaydı. Gelebilecekleri son noktaya gelmişlerdi.
Aslında Sakarya Savaşı’nda kaybetmişlerdi. Daha geriye çekilme vb. hareket tarzlarını tartışmışlardı. Sağlıklı karar veremediler. İngilizler de Yunanlıları yanılttı. Yunan savunma mevzilerinin geçilemez olduğu gibi bir fikir yaydılar. Kesin yargı her zaman kötüdür.”
Mümkün olmayabilirdi
Yunan Ordusu İzmir Manisa hattından ileri gitmese Anadolu’dan sökülüp atılmaları imkânsız olur muydu?
“Yunanlar, İzmir ve çevresinde kalmış olsa belki de Anadolu’dan sökülüp atılmaları çok daha zor olabilirdi. Bu durumda başka sıkıntılar yaşayacaklardı. Çünkü Batı Anadolu’nun tüm kaynaklarını Türk Ordusu kullanmış olacaktı. Atatürk, Sakarya Savaşı’ndan sonra Suriye sınırını çizerken, Fransızlar ile anlaşıp, Hatay’ı sınırların dışında bırakmak zorunda kakmıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın Sakarya’da savaşan 100 bin kişilik orduyu, 200 bin kişilik orduya çıkarabilmek ve onu besleyebilmek için Çukurova, Antep, Adana yöresi ve Mersin limanına ihtiyacı vardı. Çukurova’daki demiryolu hatları Afyonkarahisar’a ulaşıyordu.
Stratejiyi belirlerken altyapıyı dikkate alan bir lider görüyoruz. Fransızlar’a yapılan anlaşma sonrası insan ve lojistik kaynak temini sorunu çözülmüş oldu. Atatürk, bu nedenle Hatay’ı şahsi meselesi yapmıştır. Türk Ordusuna dışarıdan gelen silahlar o dönem Mersin limanı ve demiryolu üzerinden cepheye naklediliyordu. Fransızlar ile çatışmaya devam edilse Büyük Taarruz’un yapılması mümkün olmayabilirdi. Büyük Taarruz dediğimiz zaman önü arkası tüm ayrıntılarıyla hesaplanmış bir stratejinin yansımalarını görüyoruz. Her şey hesaba dayalıydı. Sonuç olarak Yunanlar için Anadolu’da tutunmak zordu. Varlıkları meşru ve ahlaki değildi. Orduları er veya geç sökülüp atılırdı.”
Varlığımızı onlara borçluyuz
*Tek kurşun atılmadan İstanbul’un geri alınmasını hafife alanlar var. Dahası İstiklal Harbini küçümseyen, savaşın İtilaf Devletleri ile yapılmadığını öne sürenleri görüyoruz?
“Bunlar tamamen içi boş, bilgiye dayanmayan, cahilce sözler. Birileri hesapsız, kitapsız meseleyi bilmeden konuşuyor. Türk Ordusu, İzmir’e girdiğinde kolorduları Trakya’ya geçirecek bir tane gemimiz yoktu. Atatürk, Trakya’nın derhal boşaltılmasını istiyordu. Blöf yaparak, ‘Ordumu tutamıyorum’ diyordu ancak Türk Ordusu’nun yürüyecek bile mecali kalmamıştı. Mustafa Kemal, İzmir’de Mudanya görüşmeleri öncesinde, ‘Ordunuzu karşı kıyıya nasıl geçireceksiniz?’ diye soran gazeteciye, ‘özel antlaşma yapıldığı ve gemilerin hazır olduğu’ cevabını verirken ne elimizde gemi vardı ne de kimseyle anlaşma yapıldığı… Yokluk içindeydik!
Birileri ne matematik, ne mantık, ne tarih, ne coğrafya biliyor ancak ahkâm kesmekten geri duramıyor! Yunanı kurşun atarak, İngiliz tek kurşun atmadan yendi atalarımız. Sadece saygı duymalı ve aziz hatıraları önünde tazimle eğilmeliyiz. Varlığımızı ve vatanımızı onların akıllarına, terlerine, kanlarına ve canlarına borçluyuz. Emeklerine hafife alanlar onlara layık olmayan esasen millete de layık olmayan marjinal tiplerdir. Varlıkları utanç vericidir.
Savaşta esas olan düşmanını tek kurşun atmadan yenmektir. Esas hüner budur. Sun Tzu, yaşasa Kurtuluş Savaşı stratejisini dünyaya örnek gösterirdi.
İngilizler sömürgelerinden Anadolu’yu takviye etmek istediler ancak Batı kamuoyu artık savaştan bıkmış vaziyetteydi. Mustafa Kemal, Batı kamuoyunun savaş istemediği olgusunu dikkatten hiç ka-çırmıyordu.
Onur bahşettiler
*Sizi en çok duygulandıran hadiseler nelerdir?
İstiklal Harbinin çok fedakâr bir nesli var. Siviliyle askeriyle, kadınıyla erkeğiyle, yaşlısıyla genciyle. Subayından erine kadar, tüm komutanlarıyla canını dişine takanların mücadelesi anıtsaldır…
Onlardan birini örnekleyerek bir kesit sunalım…
Yaptığı doğrudur, yanlıştır ayrı bir tartışma konusu ancak hedefini ele geçiremediği için intihar eden bir Reşat Çiğiltepe vardır belleğimizde derin iz bırakan… Yüzbaşı Şerafettin, hastaneden kaçarak cepheye koşan ve ilk çatışmada şehit olan Teğmen Kemal, ailesini depremde kaybettiği için izinli olduğu halde koşup gelen ve 9 Eylül günü İzmir’de şehit olan Mehmet Çavuş vardır. 23.Tümenin fırınında çalıştırılacak askerlerin
‘geri hizmet değil, en önde savaşmak, taarruza katılmak istiyoruz’ diyerek komutanlarına adeta yalvarmaları vardır.
Bakmayın şimdi çok gevşediğimize. Eli öpülesi kahramanlarımız… Sırtlarında çanta, elde tüfek ve altı parçalanmış çarığıyla günde 40 km yürüyen Mehmetçikler… Gelecek nesillere sadece onur bahşettiler…
‘Büyük Taarruz’u çok iyi öğrenmeliyiz, Hiç olmazsa günde 40 km yarı çıplak ayaklı yürüyenlere saygı için öğrenmeliyiz.
Bu ülkenin nasıl kurulduğunu bilmeliyiz. Büyük Taarruz’un aynı zamanda ‘kurtuluşun mührü, kuruluş anahtarı’ olduğunu bilerek öğrenmeli, yaşamalı ve yaşatmalıyız.”