Mert İnan – Büyük Zafer’in kazanılmasında Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın taktik ve stratejiye sonuna kadar bağlı kalması en önemli etkenlerin başında geliyordu. Anıtkabir eski Müze Komutanı Tarihçi Doç.Dr. Ali Güler’e göre Atatürk, kurmay kadro arasında en ufak bir endişe ve tereddüte kapılmayan tek kişiydi. Doç.Dr.Güler, Büyük Zafer’in 100.yılı için yaptığımız söyleşide, Yunan Ordusu’nun geri çekilirken mezalimlere başvurduğunu ve savaş suçu işlendiğinin altını çizerken, özellikle 26 Ağustos tarihinin önemine dikkat çekti..
26 Ağustos’un sembolik anlamı var mıydı?
Önce kısa bir hafıza tazelemesi yapalım. Büyük Taarruz öncesi Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, cephedeki son durumu kontrol etmek amacıyla 17-18 Ağustos gecesi Ankara’dan Konya’ya hareket etti. Bu gidişin geçici ve olağan bir denetim olduğu izlenimini vermek için de ayın 21’inde Çankaya’daki köşkte bir çay partisi düzenlendiği açıklandı. Akşehir’deki karargâhta Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Cephe Komutanı İsmet İnönü, Ordu Komutanları Nurettin ve Yakup Şevki Subaşı ile bir toplantı yapıldıktan sonra, genel taarruzun başlangıç tarihi olarak 26 Ağustos kararlaştırıldı. Bu karar üzerine Başkomutanlık ve cephe karargâhları önce Afyon’un Şuhut Kasabasına, 25 Ağustos’ta da Kocatepe’nin güneybatısındaki ‘Çadırlı Ordugâha’ taşındı. Aynı akşam Anadolu’nun dış ülkelerle olan bütün haberleşmeleri kesildi. Büyük Taarruz’un 26 Ağustos günü başlatılması çok önemli çünkü Atatürk gibi tarih bilinci çok kuvvetli bir lider, Türk milletinin varlık mücadelesini ‘sembolik’ bir tarihte başlatmıştır. Malazgirt Meydan Muharebesi’nin tarihi ile Büyük Taarruz’un aynı tarihe, yani 26 Ağustos’a denk gelmesi tesadüf değil, Atatürk’ün bilinçli, tercihidir.”
Atatürk ile diğer komutanlar arasındaki fark sizce neydi??
Atatürk’ün en önemli özelliği asla endişe ve tereddüt etmemesi. Taarruzdan bir gün önce Yaver Muzaffer Bey, Atatürk’e topçu cephane miktarı hakkında bilgiler veriyor. Taarruzdan önce yapılacak toplu ve sürekli topçu ateşinin, ancak üç dört saat devam edebileceğini endişeyle anlatıyor. Mustafa Kemal yemeğini bitirdikten sonra, iki tarafın arazi üzerindeki durumlarını gösteren haritayı istiyor. Genel durumu bir kez daha inceledikten sonra, yaverine diğer mevki ile Dumlupınar arasındaki mesafeyi ölçtürüyor. Elindeki kalemle bu noktaya birkaç kere vurduktan sonra, ‘Yunan Ordusu’nun buradaki kuvvetleri hareketsiz kalmaya mahkumdur. Hadi haritaları topla, hareket ediyoruz’ diyor. Atatürk çekincesiz olarak kendinden emin şekilde savaş planına sadık kalıyor. Anlık duraksaması bile yok. Başkomutan, bir ara çadıra giren yaverine, ‘Hazır mısınız?’ diye soruyor. Olumlu cevap alınca doğruluyor, henüz bozulmamış olan portatif karyolasının üzerinden tabanca kemerini alıp kuşanıyor. Her günkü gibi tıraşını olmuş, eldivenleri elinde olarak çadırdan çıkıyor. Ortalık zifiri karanlık. Petrol ve mum fenerlerinin titrek ışıkları altında Kocatepe’ye doğru çıkmaya başlıyorlar. Başkomutan, öne doğru fazla eğilerek yürüyor. Arazi, taşlı, engebeli olduğundan ağır ağır ilerliyor. Nihayet tepeye çıkıyor. Bütün karanlıkları delen gözleriyle ileriye bakıyor, ‘Allah, Türk milletini ve ordusunu koruyacaktır!’ diye mırıldandıktan sonra taarruz emrini veriyor. Atatürk’te en ufak duraksama yok.”
Taarruz emrinden sonraki sahneyi anlatır mısınız?
26 Ağustos 1922 sabahın ilk ışıkları Başkomutan gözetleme dürbününün başında, düşman tahkimatını seyrederken topçularımız ateşe başlıyor. Saat 05.30 olduğunda, topçu atışları düşman tahkimatını yer yer havaya uçuruyor. Tonlarca cephane su gibi akıp gidiyor. Endişeye kapılanlar oluyor, bu endişeleri Başkomutana da söylüyorlar. Mustafa Kemal Paşa ise büyük bir soğukkanlılıkla, ‘tek mermi kalıncaya kadar ateşe devam edilecektir’ emrini verdikten sonra, ‘cephane ikmalini düşmandan yapacağız, yarın öğleden sonra Afyon’da olacağız’ diyor. O anda herkes şüphe ve tereddütle birbirinin yüzüne bakıyor. Ertesi gün, öğleden sonra Afyon’a varıyorlar.”
Başkomutan ateş hattına kadar iniyor mu?
Gerçekten tüyleri diken diken edecek bir duruş sergiliyor Büyük Atatürk.. 30 Ağustos 1922 Çarşamba günü otomobiline binip, yaverine Zafertepe’ye gitme emrini veriyor. Birinci Ordu Komutanı Nurettin Paşa, ‘Paşam ateş hattına iniyorsunuz’ diyor. Başkomutan ise, ‘Siz burada kalınız!’ diyerek yoluna devam ediyor. Atatürk, düşmanın top ateşi altında bulunan bir yere geldiğinde, dürbünle düşmanın asıl kuvvetlerinin bulunduğu yerlere ilerlemekte olan piyade birliklerimizin hareketini takip ediyor. Ölümü hiçe sayan kahramanlarımız, düşmanın üzerine ateşten bir çığ gibi iniyor. O anda Büyük Komutan, elindeki sigarayı atarak, ayağa kalkıyor. Siper içinde dimdik halde. Bu duruş, çok sevdiği, üzerlerine titrediği askerlerine karşı bir saygı duruşu. Gözleri nemleniyor. Eliyle muharebe alanını göstererek bağırıyor: ‘Hacıanestis, mağrur kumandan! Neredesin, gel de ordularını kurtar!”
Savaş alanında düşman askerlerine bile centilmence yaklaştığına katılır mısınız?
Büyük Komutan, ertesi gün sabahın erken saatlerinde muharebe alanını dolaşıyor. Manzara çok hazin. Binlerce düşman cesedi. Birbirinin üzerine yıkılmış yüzlerce topçu hayvanı. Terk edilmiş toplar; cephaneler… Asil ruhlu büyük insan, üzüntü duyuyor: ‘Bu manzara insanlığı utandırabilir, fakat meşru müdafaamız için buna mecbur olduk. Türkler, başka milletlerin vatanında böyle bir harekete teşebbüs etmezler’ diyor. Biraz ileride topların arasında yerde bir Yunan bayrağı görüyor; eliyle işaret ederek emrediyor: ‘Bayrak, bir milletin istiklâl sembolüdür. Düşmanın da olsa ona hürmet etmek lazımdır. Bayrağı yerden kaldırıp topun üzerine koyunuz.’ Kibir yok, büyüklük yok, tevazu var.”
Taarruz öncesi son hazırlıklarını tamamlayan Mehmetçikler Başkomutan’dan gelecek emirleri beklerken.
Dağılan ve kaçan Yunan Ordusu’nun savaş suçu işlediğini düşünüyor musunuz?
Türk Orduları önünden kaçarak geriye çekilen Yunanlılar kasabaları ve köyleri ateşe verip yakıp, yenilgilerinin hıncını korumasız Türk halkından çıkarmaya çalıştılar. Yunan ordusunda bu iş için Rum ve Ermenilerden oluşturulmuş ‘Tahrip Taburları’nın varlığı belgelerle sabittir. Uşak, Eskişehir, Aydın, Alaşehir, Turgutlu, Ahmetli, Salihli, Manisa ve en son olarak da İzmir ateşe verildi. Uşak yangını 1 gün, Eskişehir yangını ise 2 gün sürdü. Alaşehir’deki 4 bin 500 evden 4 bin 300’ü yandı, kasabadaki 11 bin 500 kişiden 8 bin 500’ü kurtulamadı. Bu yangın ve yıkımların izleri aylarca, daha doğrusu yıllarca sürdü. Öyle ki, 1923 başlarında İzmir’den Ankara’ya gitmekte olan İngiliz Gazeteci Grace Ellison, gördüğü yıkımları, ‘İzmir: Acınacak bir görünüm. Şimşekler kara üzerinden oynaşmaya başlayınca, içleri boşalmış kabuk gibi evler, olduğu gibi gözlerimizin önünde belirmeye başladı. Benzerine rastlamanın mümkün olamayacağını düşündüren bir dehşet tablosu! Bir zamanlar 90 bin kişinin yaşadığı gelişmiş bir kent, Manisa’da 14 bin evden sadece bin tanesi ayakta kalmıştı’ sözleriyle anlatıyor.”
Atatürk, Büyük Taarruz için ‘Rum Sındığı Meydan Muharebesi’ tanımı mı yapıyor??
O günkü savaşı, cephenin en önünde, ateş hattında yer alan Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa yönettiği için Cephe Komutanı İsmet İnönü buna ‘Başkomutan Meydan Muharebesi’ adını veriyor. Mustafa Kemal ise zaferden sonra 4 Ekim’de TBMM’ndeki uzun konuşmasında, ‘Bu savaşın sonucu Yunanlıların ve Rumların kalbini sındırmıştır. Bu nedenle bu savaşa Rum Sındığı Meydan Muharebesi demek çok uygun olur’ diyerek bunu ‘Rum Sındığı Meydan Muharebesi’ olarak nitelendiriyor.
Zafer’in ardından Yunan General Trikupis ile birlikte kimler esir alındı?
7 Eylül 1922 tarihli Vakit Gazetesi’nde yer alan haberde; 5 Eylül tarihli Rauf Bey’in bir telgrafından hareketle General Trikupis’le birlikte esir alınanlar hakkında da bilgiler veriliyor. Buna göre, General Trikupis 2 Eylül akşamı Uşak civarında,2. Kolordu Komutanı General Diyenis, Genelkurmay Başkanı Albay Vasilekopulos, Kurmay Albay Nerenemis, Levazım Reisi Albay Tirvitis, 13. Tümen Komutanı Kiyapiyalis ile birlikte esir ediliyor. Genelkurmay belgelerine göre ise Trikopis haricinde esir alınan Yunan üst düzey komutanları şu isimlerden oluşuyor; 2. Kolordu Komutanı Diyenis, Genelkurmay Başkanı Albay Yuvanis, Albay Vasilekopolis, 13. Tümen Komutanı Albay Vandanis, 2. Kolordu Levazım Reisi Nirotis ve Albay Katiyas.
1. Ordu Komutanı Nurettin Paşa’nın bildirdiğine göre esir kafilesinde 120 subay ve 3 bin asker bulunuyordu. 6 Eylül 1922 tarihli Yeni Adana gazetesine göre ise 10 bin er, 2 general, 4 tümen komutanı esir edilmişti. Mustafa Kemal Paşa sadece esir alınan subay sayısını 300 olarak vermiştir.”
Trikupis Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın huzuruna çıkarıldığında aralarında nasıl bir konuşma geçti?
Başkomutan, Uşak’a girdiğinde daha önce Kral Konstantin’in kaldığı zengin bir iş adamına ait konakta misafir edildi. Grace Ellison’un belirttiğine göre, Konstantin hava saldırılarından korktuğu için konağın yeraltındaki bir dairesine yerleşmişti. Mustafa Kemal ise üst katta oturmayı yeğlemişti.
Mustafa Kemal Paşa, Trikupis’i, yanında genç gazeteci Ruşen Eşref (Ünaydın), Cevdet Kerim İncedayı, yaverleri Cevat Abbas (Gürer) ve Muzaffer (Kılıç) ile Onbaşı rütbesi ile orduda görev almış olan Halide Edip (Adıvar) Hanım varken kabul etti. Başkomutan, yenik düşürdüğü Trikupis’in elini sıkıp kendisine sigara ve kahve ikram ettikten, Oturun General, yorulmuş olacaksınız. Napolyon da bir savaş kaybetti. Savaş bir talih oyunudur General! Bazen en yeteneklisi de yenilir. Siz görevinizi yaptınız. Sorumluluk talihten geliyor. Üzüntü duymayınız!’ diyerek teselli etti. Yıllar sonra Trikupis ile bir görüşme yapan Hıfzı Topuz’un verdiği bilgilere göre Mustafa Kemal teselli edici bu sözlerle yetinmeyip Trikupis’in İstanbul’da bulunan eşine Kızılay aracılığıyla haber ulaştırabileceğini, Atina’ya da mesaj gönderebileceğini belirtmişti. Trikupis ve onunla birlikte esir alınan yüzlerce Yunan subay ve eri trenle Ankara’ya getirilerek Sarıkışla’da gözetim altına alındılar. Mustafa Kemal Yunan Başkomutanın eşyaları arasında bulunan kılıcını savaşın çok anlamlı bir hatırası olarak Milli Savunma Bakanı Kazım Özalp’e gönderdi.