Seray Şahinler – İstiklal şairimiz Mehmet Âkif, 1925’te Mısır’a gitmiş ve 13 Ocak 1926’da Diyanet’in talebiyle Elmalılı Hamdi ile Kuran tercümesine başlamıştı. 1929’a kadar tercüme için çalışsa da metnin tamamını hiç yayımlamadı. Âkif’in o yıllarda Mısır’daki en yakın dostu Müderris İhsan Efendi idi. Zamanla hastalığı ilerleyen Âkif, Mısır’dan ayrılırken elindekileri iyileşirse geri vermek, ölürse yakmak koşuluyla İhsan Efendi’ye verdi. 1936’da ise vefat etti. İhsan Efendi baskılara rağmen meali sır gibi sakladı. 1961’de ölüm döşeğindeyken, 17 yaşındaki oğlu Ekmeleddin İhsanoğlu’nu çağırarak, “Ben ölünce oradaki defterleri yakacaksın” dedi. İhsan Bey’in vefatıyla vasiyet yerine getirildi ve Âkif’in meali, Ekmeleddin Bey ve dört kişi tarafından Mısır’da yakıldı. Fakat geride Âkif’e ait bir defter daha vardı. İşte o defter yıllar sonra Ekmeleddin Bey’in keşfiyle ortaya çıktı. Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu, Fatma Şen ile birlikte Meal Defteri’ni ilk kez YKY’den çıkan “Âkif’ten Emanetler” kitabında anlattı. İhsanoğlu ile süreci konuştuk.
■Mehmet Âkif’in meal defteriyle ne zaman ve nasıl karşılaştınız?
Âkif’in babama bıraktığı, babamın bana ‘yakın’ dediği metinler, 1961 senesinde babamın vefatından kısa süre sonra yok oldu. Bu defter o çekmecede yoktu, çok sonra ortaya çıktı. Bu defterin Kuran tercümesinin ilk müsveddesi olduğu anlaşılıyor.
Yıllar önce Kahire’den İstanbul’a geldik. Ben oradan Ankara’ya, İngiltere’ye sonra Münih’e gittim, geldim. Sonrasında kütüphaneyi yeniden tanzime başladım, 15 bin ciltlik bölümü Bozok Üniversitesi’ne hediye ettim. İşte o düzenlemeleri yaparken böyle küçük bir defter çıktı. İnceledim, Fatiha, Bakara, Âl-i İmran surelerini gördüm. Tarihleri net bir şekilde yazılmıştı. Büyük bir heyecan yaşadım tabii. Bu defteri saklamanın hiçbir mânâsı yok. Ortaya çıkınca ciddi şekilde etüt edilmesi gerekirdi. Meal defterini kamuya mal etmek istedim. Bu arada iki tercüme çıktı, biri Mustafa Runyun Bey’in koleksiyonundan Diyanet’in sahip olduğu, Âkif mealinden Latin harflerine daktilo edilen metin; bir de Elmalı Hamdi Bey’e ait metin. Elimizde üç metin var; bunları inceledik, uzun yılların tercümesiyle üç nüshayı kitapta bir arada verdik.
■Âkif Bey daha önce Sebîlürreşâd’da tercüme yapıyor fakat Diyanet’ten talep geldiğinde tercümeye çok sıcak bakmıyor. “Kuran’ı tercüme etmek için ya çok âlim ya çok cahil olmak gerek” diyor.
Elbette din bilgisi, Kuran sevgisi mükemmel biri. Cahil değil fakat âlim olarak dini ilimler, tefsir, hadis, fıkıh konularında bir medrese tahsili görmemiş. Çok mesai harcıyor; babama gelirmiş, metni gösterirmiş. “İhsan Efendi bu böyle mi, ne dersin” deyince babam da “Şöyle olsun hocam” dermiş. Bir hafta sonra gelir, “Geçen hafta böyle konuşmuştuk” deyip yenilerini anlatırmış. Gece-gündüz çalıştığı aşikâr.
■Peki neden mealin yayımlanmasına gönlü razı gelmemiş?
Bence iki sebebi var; birincisi o meşhur “Bunu yapmak için ya çok âlim ya çok cahil olmak” düşüncesi. “Ben kimim ki Allah’ın kelâmını ona eşit şekilde yapayım” hissine sahip. “Sen aslında mânâsını mealen tercüme ediyorsun” diyen arkadaşlarıyla bu tereddüdü aşıyor. Daha sonra İstanbul’da Kuran’ın, ezanın Türkçe okunması gibi resmi kararlar gündeme gelince; bazı camilerde surelerin Türkçe tercümelerinin okunmaya başlamasıyla Âkif şaşırıyor. Bunun vebalinin kendisine döneceği korkusunu hissetmiş olabileceğini düşünüyorum.
■Bugünden yargılamak zor fakat, ‘keşke yakmasaydık’ dediniz mi hiç?
Her ne kadar evin içinde Âkif’in hatıraları, sevgisi, şiirleri okunuyor olsa da 17 yaşındaki bir çocuk ne yapabilir, nasıl karar verebilir? Bugün olsa elbette farklı düşünürdüm, yapmazdım. Emaneti şimdi Âkif’in hatırasını seven, sayan Türk milletine sunmuş oluyorum.
Âkif Müzesi çağrısı
■Meal Defteri’ni evinizde muhafaza ediyorsunuz. Defterin geleceğine dair bir vasiyetiniz var mı?
Defter iyi durumda, gözümüz gibi muhafaza ediyoruz. Hem defter hem başka şeyler için düşüncelerim var. Eşref Edip Bey’in, Ali Ulvi Bey’in mektuplarında anlattığı plaklar, Hafız Kemal’in “Mevlid”inin ilk basımı, benim hat koleksiyonum ve değerli yazmalar ile Âkif’e dair şeyler var… Bunların hepsinin bir arada olacağı bir müze olursa çok sevinirim.
73 sayfalık Meal Defteri’nde Âkif’in Fatiha, Bakara ve Âl-i İmrân Suresi’nin başına kadar tercümesi mevcut.
Diğer ciltler nerede?
■Âkif’in gönderdiği diğer tercüme nüshalarının da olması gerekiyor değil mi? Siz yeni metinlerin çıkacağını düşünüyor musunuz?
Evet, o yıllarda Diyanet’e gönderilen metinler var, bu konu gözden kaçıyor. Âkif Bey’in imzaladığı sözleşmede mesele izah ediliyor ve tercümenin bir nüshasının Diyanet’e gönderileceği yazıyor. O zaman şu soru akıllara geliyor: Diğer ciltler nerede? Biz eminiz ki ‘50’li yıllara kadar Diyanet’te o tercümeler vardı. Peki gerisi nerede? Bu soruyu daha önceki başkanlardan sayın Mehmet Görmez hocaya yönelttim, görev değişikliği oldu. Şimdi Ali Erbaş’tan da Diyanet arşivlerindeki dosyaları inceleyerek mevcudu çıkarma konusunda çalışma bekliyorum.