Refah’ta, çadırlara doldurdukları insanları cayır cayır yaktılar. Dumanı, yanan insan eti kokusunu atmosfere karıştırdı.
‘’Kelebek etkisi’’ne göre, havadaki insan eti kokusu dünyanın geri kalanının da burun deliklerinden girdi.
Auschwitz’de Nazilerin Yahudileri yakmasını kimseler görmemişti. Kampın dibinde huzurla yaşayanlar bile bilmemişti.
Refah’ta olanlar ise dünyanın gözleri önünde. Vahşetin pornografisini izliyor herkes, gerçeğin içi boşalıyor. Yakılan insan haberinden eğlenceli haberlere geçerken, izleyici de yakılan insan görüntülerine üzülürken çekirdek çitleyebiliyor.
Auschwitz’de, Yahudi insanlar yakılmıştı, Refah’ta yakılanlar ise dünyanın bir kesimine göre insan değil, ayrık otları!
Korkunç değil mi?
Batı için kendi anlayışı dışında kalanlar, düzeni bozan, huzuru kaçıran, yok edilmesi gereken zararlı canlı türleridir.
Bahçeyi kaplayan ayrık otları gibi, ayıklanıp yok edilmeleri gerekir.
Onlar için sınırlı kaynaklar, mesela bahçedeki topraklar, zararlılarla paylaşılamaz.
Yakmalarının başka ne gerekçesi olabilir? İsrail’e bomba atan onlar değildi, rehineleri onlar kaçırmamışlardı.
Sadece kendilerine benzemiyorlardı, değer sistemleri farklıydı.
Afrika’da, Irak’ta, Afganistan’da öldürülenler de ayrık otuydu. Gereksizdiler, fazlaydılar, zararlıydılar.
ABD, AB, İsrail için yakılan insanların, toplayıp yakılan ayrık otlarından ya da çöpe atılan “atık”ların imha edilmesinden bir farkı yoktur.
Bu vahşete sessiz kalmak bir gün ayrık otu olmayı göze almak demektir.
Ünlü anne ve kızın yüzümüze attığı tokat
Deniz Akkaya ve 16 yaşındaki kızı birbirlerine şiddet uygulayınca işe polisler, Aile Bakanlığı karıştı.
Ergenlerle ilişkilerdeki gerilim bir ünlü üzerinden ortaya serilmiş oldu.
Konunun Akkaya özelinde gerekçeleri var. Daha minik bir çocukken kızını medyanın önüne atan, fotoğraflarını paylaşan kendisiydi.
Ancak, anne babanın ergenle iletişim krizi pek çok evde yaşanıyor. Çaresiz kalanlar var, umursamayıp sonuçta kaybolan çocuklar var.
Birkaç not bırakayım;
Bir, özgürlük kavramımız her düzeyde sorunlu. Özgür olmak, dilediği her şeyi yapabilmek olarak algılanıyor. Çocuklarını özgür yetiştirmekle övünenler var. Çocuklar özgür yetiştirilemez, o zaman dağılır, kaybolurlar. Sınırlar, kurallar, ilkeler olmalıdır.
İki, yeni teknolojiler en çok bizim gibi teknoloji kullanıcısı ülkelerde sorun oluşturuyor. Üreten ülkeler teknolojiyi sınırlamayı biliyor. Çocuğa cep telefonu vermenin yaşı, süresi, içeriği sınırlanmalıdır. Konuyu anne babaya bırakmakla olmuyor.
Üç, ev ve okulda disiplin olumsuz bir kavram gibi algılanıyor. Disiplinli öğretmenler dışlanıyor, uyarılıyor. Oysa şiddete dayanmayan disiplin, çocuğa yapılacak en büyük iyiliktir.
Dört, çocuk söyleneni değil, gördüğünü öğrenir. Anne babalar önce kendi davranışlarını gözden geçirmeliler.
Vasat mıyız, zır cahil mi?
Spor yorumcusu dostum, “Neden ekranları vasatlar dolduruyor?” diye sordu.
“Ortam vasatsa, vasatlar caziptir” dedim. Sustu.
Sokak röportajında tesettürlü bir kadına “son peygamber” soruluyor. “Bilmiyorum” diyor, “yaşım küçük, 98’liyim.”
Uluslararası ilişkiler üçüncü sınıf öğrencisi de Çin’in başkentini bilemediğinde, “O konuya gelmedik” demişti.
İkisine de sosyal medya fenomenlerini sorsanız, ayrıntılı listesini yapabilirlerdi.
Eğitim politikaları, eğitim bakanlarının kişisel görüşlerine bırakılamayacak kadar önemlidir.
Aklımda kalan
Ali Koç için hissettiğim üzüntü: Kaç defa yazdım hatırlamıyorum, Ali Koç dünyanın en iyi insanı olabilir, ancak iletişimi çok fena. Büyük olasılık kafasına göre takılıyor. Halbuki sadece iletişimini düzeltse, Fenerbahçe ve kendisi için pek çok şeyi düzeltebilirdi.