İran, Orta Asya’dan çıkan Türk kavimlerinin batıya doğru olan yolculuğunda önemli bir geçiş rotası, bazen de kalıcı duraklardan biri oldu tarih boyunca
İran Türkiye ilişkileri kuşkusuz oldukça kadim bir geçmişe sahip. Bu köklü geçmişe baktığımızda İran’daki Türk kültür izlerini gördüğümüz kadar, Türk kültürünü derinden etkileyen İran Fars medeniyetinin de izlerini görürüz. Farsça ve Türkçe birbirlerinden çok sayıda kelime alan, birbirlerinin edebiyat ve şiirini etkileyen iki güçlü dil olarak çıkar karşımıza. Öte yandan İran, Orta Asya’dan çıkan Türk kavimlerinin batıya doğru olan yolculuğunda önemli bir geçiş rotası, bazen de kalıcı duraklardan biri oldu tarih boyunca. Dolayısıyla da uzun yüzyıllar boyunca Türk hanedanlarının hâkimiyeti altında yaşayan oldukça geniş bir coğrafya İran. İran’da yerleşik yaşama geçen Türkler özellikle İslam’a geçiş ve İslam içerisinde bir medeniyet oluşturma sürecinde İran kültüründen ve mitolojisinden derinden etkilenmiş. Zaman içerisinde de etkilendikleri kadar buradaki diğer kültürleri de etkilemişler Türk kültürü. Türklerin ciddi katkılarıyla ortaya çıkan bu kültürün tarihimizde her zaman önemli bir ağırlığı ve önemi olmuş.
Nakş-ı Cihan Meydanı (İsfahan)
Kültür Vahası
Yaşadığımız zaman dilimi ne yazık ki doğunun, özellikle de İslam coğrafyasının birçok görkemli şehrini savaşlarla, iç karışıklıklarla yok eden, örseleyip harap eden talihsiz bir dönem. Kültür ve medeniyet üreten nice masalsı şehirler bu yıkımdan payını fazlasıyla aldı ve halen de almakta. Efsanevi şairleri, göz alıcı mimarisi ve seçkin kültür zenginlikleriyle İran bu yok oluşun ortasında korunabilmiş bir vaha. Şiraz’dan İsfahan’a, Yezd’den Kaşân’a ve Tebriz’den
Hoy’a uzanan bu kültür coğrafyası insanlığın ortak kültür mirası adına eşsiz eserlerle dolu. Persler, Partlar, Sasaniler, Araplar ve Türkler İran coğrafyasının antik çağlardan yakın döneme uzanan tarihinde önemli izler bırakmış.
Masalsı Şiraz
İran kültürünün kalbinin attığı, geçmişin değerlerinin gündelik hayatta yaşatıldığı bir şehir Şiraz. Fars Eyaleti’nin bu tarihi şehrinde hatırı sayılır miktarda Kaşkay Türkü yaşıyor. Şiraz’da halen ‘’seciyeli konuşma’’ geleneği kent sakinleri tarafından canlı tutuluyor. İnsanlar birbirleriyle yollarda, otobüslerde son derece kibar, nezaketle ve hoş bir üslupla konuşuyor. Bostan ve Gülistan adlı eserleriyle Şirazlı Sadi, ünlü divanıyla da Hafız, milyonlarca İranlının gönlünde yaşıyor. Şiraz baharlarda ziyaret edilmeli. Servi ağaçları, güller ve narenciye çiçeklerinin eşsiz bir tabloya dönüştürdüğü şehir Hafız’ın şiirlerinde sıkça andığı bülbüllerin cıvıltılarıyla şenleniyor. Şiraz kadim İran – Pers medeniyetinin izlerinin en canlı olduğu yer. Persepolis antik şehri binlerce yıla, onlarca talana karşın olanca görkemiyle karşınıza çıkıyor. Granitimsi sert kayalara oyulan rölyefler, anıt kaya mezarları, monumental ölçekte sütunları Kisra Darius’un, Sirus’un ve Makedonyalı Büyük İskender’in izlerini, hatıralarını fısıldıyor. Şiraz, İslam mimarisinin seçkin örnekleriyle dolu. Zend Hanedanı döneminden Kerim Han’ın 18.yy’ın sonlarına doğru yaptırdığı Vekil Camii içine girdikçe büyüyen bir yapı. Caminin muhteşem taç kapısı çinilerine ve mimari detaylarındaki ince işçiliğine vurulup dakikalarca önünden ayrılamıyorsunuz. İran çini ve vitray sanatının rafine örneklerini sunan bir başka anıt eser ise Nasr el-Mülk Camii. Caminin vitraylarından süzülen ışık, oluşturduğu renk cümbüşüyle mekâna farklı bir boyut katarken geniş avlunun dinginliği de bu renkli âlemin aksine, sade bir atmosfer sunarak ziyaretçilerini içsel bir yolculuğa çıkarıyor. Renginden dolayı Pembe Cami olarak da bilinen bu yapıyı ziyaret etmek için sabah 7 ilâ 10 arası ışık cümbüşünü görebilmeniz için en doğru zaman dilimi. Işıkların şahı anlamına gelen Şah-ı Çerağ ve Ali bin Hamza camileri de Şiraz’da mutlaka görmeniz gereken mekânlardan.
Persepolis Antik Şehri
Safeviler ve Osmanlı
İran’da hüküm süren en önemli Türk hanedanlarından biri olan Safeviler’in bölge tarihinde etkisi oldukça büyük. Safeviler’in kurucusu sayılan Şah İsmail ile Osmanlı hükümdarı Yavuz Sultan Selim arasında 1514 yılında gerçekleşen Çaldıran Savaşı önemli sonuçları olan bir savaş oldu. Savaş her ne kadar Osmanlı galibiyeti ile sonuçlanmış olsa da Osmanlılar hiçbir zaman İran coğrafyasında uzun soluklu bir hakimiyet kurmadı. Kanuni Sultan Süleyman ve Sultan 4.Murad zamanlarında da Bağdat ve Tebriz seferleri ile bölge kontrol altına alınsa da coğrafyanın derinliği Osmanlı için her zaman bir belirsizlik ve çekince nedeniydi. Bu nedenle Irak-ı Acem denilen Bağdat, Kerbela, Necef ve Basra gibi bölgelerde kalıcı hakimiyeti sağlayan Osmanlı Devleti’nin bugünkü İran’ı oluşturan dağlık ve derin coğrafyada çok ısrarcı olmadığı görülüyor. 17.yüzyılın ikinci yarısından sonra Osmanlı İran ilişkilerinin daha durağan ve her iki tarafın doğal sınırlarında kaldığı bir yapı kazandığı söylenebilir. 16. Yüzyılda belirlenen sınırlar zaman içinde bazı değişikliklere uğramış olsa da ana hatlarını koruyarak bugüne kadar ulaşmış. Kaçar ve Afşar hanedanları gibi Türk kökenli idarelerin de görüldüğü İran’da kadim Fars mitolojisinin güçlü izleri bir süreklilik içerisinde hep diri kalmış. Öyle ki Selçuklular Anadolu’ya geldikten sonra da resmi yazışmalarını Farsça yapmış. Bir Türk devleti olan Timur Hanedanlığında da yazışma dili yine Farsça olmuş. Osmanlı edebiyatında, özellikle de şiirde Farsçanın derin etkisi görülür. İsfahan, Farslarla Türklerin bir arada yaşadığı bir yer olmuş. Bu noktada en önemli mesele ise barış içerisinde bir arada yaşayabilmek ve bunu devam ettirebilmek. Osmanlı döneminde İstanbul’da Tarihi Yarımada’da yer verilen tek elçilik binası İran Büyükelçiliği olmuş ki günümüzde de konsolosluk olarak halen aktiftir.
Ortak bağlarla barışın öne çıktığı güzel bir iklimde Türkiye ve İran başta turizm olmak üzere birçok ticari ve kültürel ilişki geliştirebilir.
Çaldıran Savaşı tasviri.
Nasrelmülk Camii (Pembe Cami/ Şiraz)
Büyük Selçuklu İzleri
İran Selçuklu medeniyetinin önemli merkezlerindendi. 13.yüzyılda İran büyük bir Selçuklu diyarıydı. Bilimde ve dinde Arapça, sanatta ve şiirde Farsça, orduda ise Türkçe kullanılıyordu. Özellikle İsfahan bir dönem taht şehri olarak öne çıkar ve günümüze kadar gelen Selçuklu eserleriyle tanınır. Muhteşem mukarnaslarıyla Cuma Camii, meşhur Selçuklu veziri Nizamülmülk ve Sultan Melikşah’ın kabirleri bugün İsfahan’daki Selçuklu izlerini ve hafızasını yaşatmakta. İran’da güçlenip derin temellere oturan Selçuklu Devleti Anadolu’nun da kapısını Türklere açan ana güç oldu.