Dün MİLLİYET’in 74. kuruluş yıldönümüydü. Gazetemizin Demirören Medya Center’deki merkezinde ailece toplanıp yaşgünü pastamızı kestik.. Gelemeyen uzaktaki arkadaşlarımız da digital bağlantılarla aramızdaydı. Yitirdiklerimiz de kalplerimizde… Bu anlamlı günde ustamız, başyazarımız Güneri Abi’mizin (Cıvaoğlu) yaptığı konuşma da tam anlamıyla geçmişe zaman yolculuğu niteliğindeydi. Dolayısıya onu dinlerken de ülkemizde ve dünyada ne çok şeyin değiştiğini düşündüm…
Ve MİLLİYET’in hiç sönmeyen meşalesinin sıcaklığında anılara daldım. Öncelikle de 43 yıl önce MİLLİYET’in Cağaloğlu Nuruosmaniye Caddesi’ndeki eski binasının kapısından içeri girdiğim güne. İç dünyamda iki farklı duygu esiyordu:
Gurur ve endişe…
Gururluydum, çünkü; yayın hayatına girdiği 3 Mayıs 1950 tarihinden başlayarak doğru haberleri ve sorumlu yayıncılık anlayışıyla haklı olarak basında güven madalyasıyla taltif edilen, sporda liderliği asla tartışılmayan, keza dış haberler, ekonomi ve kültür-sanat gazeteciliği, sayfalarıyla yenilikçiliğin öncülüğünü yapan, bunun yanı sıra gazetecilik faaliyetiyle hayatın her alanına sosyal ve kültürel gelişmeye katkıda bulunma sorumluluğu taşıyan, dahası Çanakkale Abidesi’nin inşasından Zap Suyu’na köprü yapılmasına kadar birçok sosyal sorumluk projesine damga vuran MİLLİYET’in kapısındaydım. 1976’da bir Ankara gazetesinde (Flaş Ankara) mesleğe adım atmış genç bir gazeteci olarak Babıali’de böyle bir marka gazeteye, daha doğrusu okula gelmekle hayalimi gerçekleştiriyordum… Artık devler ligindeydim ve bu ligde her zaman başa oynayan MİLLİYET’in kadrosundaydım…
Endişeliydim, çünkü; o kadroda 1979’da katledilen Abdi İpekçi’nin yakın arkadaşları olan ve bugün hiçbiri artık yaşamayan Sami Kohen, Turhan Aytul, Doğan Heper, Hasan Pulur, Mehmet Ali Birand, Namık Sevik, Orhan Tokatlı, Orhan Duru, Metin Toker, Teoman Erel, Mete Akyol, Güngör Gönültaş, Örsan Öymen, Vasfiye Özkoçak, Halit Çapın, Nilüfer Yalçın, Bedri Koraman, Altan Erbulak ve isimlerini burada yazamadığım nice ustalar, efsaneler vardı. Böylesine dev markalar arasında da ötelenmek, oyuna hiç dahil olamamak gibi riskler söz konusuydu… Tabii kapıdan girene kadar. Zira ustalarla tanıştıkça ve günler geçtikçe anladım ki MİLLİYET gazete ve okul olmasının ötesinde hiç sönmeyen meşalesinin ısıttığı sımsıcak bir yuvaydı aynı zamanda. Ve o yuvada, eskiye ve geleneklere olduğu kadar, yeniye de sahip çıkma adına ne ararsan vardı. Her köşesi de sevgi, saygı ve paylaşma üzerine kurguluydu… O nedenle, hiç zorlanmadan bu büyük ailenin bir parçası oldum. Daha sonra aramıza başka isimler, arkadaşlar da katıldı. O günden bu yana geçen 43 yılda da tüm aile fertlerimizle beraber bazılarında bizim de imzamızın bulunduğu sayısız haberlerle, yazılarla, fotoğraflarla ve sosyal sorumluluk projeleriyle hep ülke gündemine damga vurduk, vuruyoruz. Dünyanın ve ülkemizin çok zor ve sıkıntılı bir süreçten geçtiği şimdilerde de aynı serüven Abdi Bey’in koltuğunda oturan Genel Yayın Yönetmenimiz Özay Şendir’in önderliğinde sürüyor… 74 yıldır olduğu gibi aynı haber odaklı yayıncılık ve aynı heyecanla…
Yani MİLLİYET’in, 74 yıl önce başlattığı, sadece haber, yorum fotoğraf veren bir gazete değil, yenilikçi ama bir o kadar da gelenekçi kimliği ve de sosyal duyarlılığıyla toplumun sesi, daha doğrusu ta kendisi olma yürüyüşü devam ediyor. Tabii ilkeleriyle kutup yıldızımız olan Abdi Bey ile yitirdiğimiz ustalarımızı unutmama, unutturmama kararlılığı da… Bu da en çok artık sayımız yıldan yıla eriyen ağır abiler olarak bizleri çok mutlu ediyor… Çünkü nesiller değişse de aynı ruh hep kalıyor… Sonsuza kadar yaşa MİLLİYET… Ailemize, ülkemize ışık ve sıcaklık veren meşalen asla sönmesin…