İYİ Parti’nin 5. Olağanüstü Kurultayı’nın sloganı “İYİ’lerin güneşi batmaz”dı. Yedi yaşında bir parti ama beşi olağanüstü, üçü olağan, sekiz kurultay sığdırdı bu zamana. Üstelik olağanüstü sayısı, olağandan fazla. Partinin kimlik ve kurumsallaşma sorunları malûm. Kurultay salonundan edindiğim izlenim ise, yeni Genel Başkan Müsavat Dervişoğlu’nun önünde aşması gereken bir dizi sorunun başında güven eksikliğinin olduğu yönünde. Aşağıda sözü buraya bağlayacağım. Önce salondan gözlemlerimi aktarayım.
Salonunda yorgun ve kırgın bir kitle vardı. Enerji düşüktü. Kalan son güçleriyle, iyileşmek için yapmaları gereken son şeyi yapıyor gibiydiler. Daha kurultayın başında kim kazanırsa kazansın, diğer yarının tatmin olmadan ayrılacağı havası vardı. Sonucun da bunu teyit ettiği görüşündeyim.
Meral Akşener’in siyasete son noktayı koyduğu, “Allahaısmarladık” sözünün de bunun kanıtı olduğunu söyleyenler oldu. Öyle görünüyor. Ama yine de henüz tam emin değilim. Doğrudan siyasetin içinde olmadan da bal gibi siyaset yapılır. Geçmişte örneği çok. Zaman gösterir.
Akşener’in liderliğinin özellikle son dönemecinde savrulduğu kanaatindeyim. Birkaç sohbetinde bulundum. Dikkatle izlemeye de çalıştım. Görmüş geçirmiş, zor zamanları deneyimlemiş, Türkiye ortalamasını yansıtan, hedef kitlesiyle kolay, samimi diyalog kurabilen, güçlü bir kadın siyasetçi profili çiziyordu. Ancak zamanla siyaseti çok kişiselleştirdi ve ilişkilerini de öyle yürüttü. Onunla siyaset yapanlardan da aynı şeyi birden fazla kez duydum. Dobralıkla, maskülenliği gittikçe daha çok karıştırdı. İfade biçimi hırçınlaştı. Tiyatral hava konuşmalarına, tavırlarına zamanla daha çok hakim oldu. Sertlik, kararlılık göstergelerinin yerini sinirlerine hakim olamama hali aldı. Yine de sevenlerinin gözyaşı, eleştirenlerinin dahi nezaket ve saygıyla uğurladığı bir lider oldu.
Salon hakimiyeti Aydın’daydı
Dervişoğlu üçüncü turda genel başkan seçilebildi. İlk turun birincisi 472 oyla Koray Aydın’dı. Tolga Akalın’ın 327 oy aldığı ilk turun sonunda çekilmesiyle, serbest bıraktığı delegenin bir kısmının Aydın’a, üçte ikilik kesiminin de Dervişoğlu’na yönelmesi sonucu etkiledi. Ancak üçüncü turun 611 Dervişoğlu, 548 Aydın şeklinde bitmesi bile, yeni genel başkanın mutlak hâkim olarak görevine başlayamadığını gösteriyor. Ayrıca, salon hakimiyeti Aydın’da olduğu halde bu sonuç ortaya çıktı. Üç isimden hangisi delegeye daha çok hitap eden, karşılık bulan konuşma yaptı derseniz, o da Aydın’ınkiydi derim. Dolayısıyla bundan sonra da ortada yönetilmesi gereken bir Aydın faktörü olacak.
Öte yandan kurultay salonunda başlangıcından sonuna örnek bir tablo vardı. Çok adaylı ve gergin geçmesi beklenen bir yarış olmasına karşın, kürsüdeki konuşmaların hepsinde özenli bir dil söz konusuydu. Akşener saygı ile anıldı, hakkı teslim edildi. Yanlışları lisan-ı münasiple anlatıldı. Kürsüde birbirlerine ağabey, kardeş diye hitap edenler, indiklerinde birbirini kucakladılar. En sonunda da yan yana durmaktan imtina etmediler.
Her şey kardeş kardeşe ise güven eksikliği de neyin nesi diye soran varsa şöyle anlatayım:
Dervişoğlu, Akşener’in desteklediği dolayısıyla da onun mirasının bekçisi olarak görülüyor. Oysa bazılarında Akşener’in tüm uyarılara rağmen muhalefete kaybettirmek için bile isteye yıpratıcı bir strateji yürüttüğü inancı var. Örneğin konuştuğum bir delege, teşkilatların uyarılarına rağmen, seçime tek başına girilmesinin şüpheli olduğunu savunuyordu.
Üç konuşmacı da iki başlığa değindiklerinde salondan alkış yükseldi: Birlik ve bütünlük, bir de Erdoğan karşıtlığı. Kan kaybına rağmen, partinin tabanını bir arada tutan şey belli ki hâlâ muhalifliği. Dervişoğlu’nun, hür ve müstakil siyaset tercihini iki unsur belirleyecek gibi; delegenin barometresini ne ölçüde dikkate alacağı ve içini nasıl dolduracağı. Bu tercihler de, partinin güneşinin ömrünü tayin edecek.