Ağzımız açıldığında statükoya, vesayete karşı çıkmayanımız yok gibi.
Hemen her konuda çok şey değişti, çağ değişti ama bizim ezber ve sınav odaklı eğitim sistemimiz hâlâ aynı.
Değişeceğe de hiç benzemiyor.
Son 100 yıldaki bilimsel ve teknolojik gelişmeler, son 1000 yıldan daha fazla.
Onun getirdiği sosyoekonomik değişiklikler de inanılmaz boyutlarda.
Peki, bu süreçte eğitimdeki binlerce yıllık gelenek, bu değişime ayak uydurabildi mi? Evet demek abartılı olur. Dün ne ise bugün de aynen o. Ne sistem değişti ne de sorunlar…
Eğitim ve öğretim iki ayaklı bir süreçtir.
Günümüzde bilgiye ulaşmak öylesine kolay ve hızlı hale geldi ki, okullar, kitaplar, öğretmenler öğrencilerin gözünde “yavaş” ve “yetersiz” kaldı.
Bu yüzden eğitimde tüm rollerin değişme zamanı geldi de geçiyor.
Yeni roller bir an önce belirlenmeli ki geleceğe yönelik hazırlık süreçleri de o çerçevede şekillenmeli. Örneğin öğretmenler artık bilgilendirenden çok yönlendiren ve bilgiyi kullanma yollarını öğreten olacaksa eğitim fakülteleri kendilerini ona göre dizayn etmeli.
Örneğin mühendisler 30, 40 yıl önceki demode bilgilerle yola devam etme yerine her 5 yılda bir, yeni gelişmelerle donanımlı hale gelmeli ve bu çerçevede yeterliliklerini kanıtlamalılar ki, her felaketten sonra günah keçisi haline gelmemeliler.
Dünyadaki genel gidişatı doğru okuyamazsak, doğru bir eğitim sistemi oturtamayız, dolayısıyla gençlerimizi geleceğe en iyi şekilde hazırlayamayız. Geleceği, geleceğe hazır olanların kontrol altına alacağını asla aklımızdan çıkarmamalıyız.
Sevmek yetmez!
Devlet ve millet olarak eğitimi önemsiyoruz. Aile bütçesinde olduğu gibi genel bütçede de en büyük payı eğitime ayırıyoruz.
Peki, o zaman eğitim söz konusu olduğunda neden hep karamsarız?..
Eğitime yönelik eleştiriler ve öğrencilerin memnuniyetsizliği sadece bizim değil, gelişen ve gelişmekte olan tüm ülkelerin ortak sorunu.
Dünya öylesine hızla değişiyor ki eğitim artık gençlerin gerisinde kalıyor. Onların beklentilerini karşılamıyor.
Memnuniyetsizlik oranının bu kadar yüksek olmasının nedeni biraz da bu yüzden.
20 milyon öğrencimiz, 30 milyon velimiz, 1.5 milyon öğretmenimiz, öğretim elemanımız ve bilim insanımız var.
Bu yüzden alınacak her kararda öncelikle onlar dinlenmeli ve beklentileri mutlaka dikkate alınmalıdır. Peki, bu o kadar zor mu? Kolay olmadığı kesin ama imkânsız da değil…
Servet gerekiyor!
Bazı popüler kolejlerde öğrenim ücreti 1,5 milyon TL’yi geçmiş. Büyük para.
“Serbest piyasa, isteyen istediği ücreti alır” diyenler mutlaka çıkacaktır.
Bu parayı hiç sorgulamadan fazlasıyla verenler de her zaman olacaktır. Peki ya diğerleri? Onların daha iyi eğitim almaya hakları yok mu? Ya da pahalı okul en iyi okul mu?
Önemli olan verilen paraların karşılığının öğrenciye geri dönüp dönmediği?
Yine bir o kadar önemli olan diğer konu, bu ücretlerin bir yıla mahsus değil, anaokulundan üniversiteye kadar uzayan 15 yıllık bir süreci kapsaması. Yani bugünün parasıyla ortalama 1 milyon liralık ortalama bir ücret söz konusu olsa toplam 15 milyon lira eder ki, bunu kaçımız ödeyebiliriz?
“Bütün özel okullar bu kadar pahalı değil, üçte bir fiyatta olanlar da var” diye düşündüğümüzde, onların toplam maliyeti de hiç az değil, onlar da çok mutlu değiller.
Çocukları bir kere özel okula verdiğinizde, gerekçesi ne olursa olsun, onu devlet okullarına almak sancılı bir süreç oluyor.
Bu yüzden bu yönde bir tercihte bulunurken öğretim hayatı sonuna kadar böylesi yüklü ücretleri ödeyebilme gücünü ciddiyetle düşünmenizde, garanti altına almanızda ve ona göre bir finansal model oluşturmanızda sonsuz yarar var…
Bu arada özel okul kurucuları içerisinde bu gidişattan zerre kadar memnun olmayanların sayısı da bir hayli fazla. Vergi yükü altında ezildiklerini ve çarkı zor döndüklerini sık sık dile getiriyorlar. Onların sesine de kulak vermek gerekiyor. Tıpkı özel okul öğretmenlerinin sesine kulak verilmesi gerektiği gibi!
Özetin özeti: Eğitimi azıcık da olsa ciddiye alsaydık, bir nebze de olsa siyasetin gündemine girerdi ama nerdeee…