Zeynep Dilara Akyürek / Milliyet.com.tr – Ayasofya, tarih boyunca birçok milletten izler taşıdı, çağların değişimine şahitlik etti. Zamana meydan okuyan bu yaptı, günümüzden tam bin 663 yıl önce ibadete açılmıştı. Bugünkü hallerinin temelleri ise bin 486 yıl öncesine dayanıyor. 27 Aralık 537 yılında ibadete açılan yapı, toplamda 3 kez inşa gördü. İki dahi mimarın yalnızca 5 yıl gibi kısa bir sürede tamamladığı mucize yapı, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u 1453 yılında fethetmesinden sonra cami olarak İslam dünyasında farklı bir anlam kazanmıştı. 24 Temmuz 2020’de yeniden cami olarak ibadete açılan Ayasofya’yla ilgili son günlerde tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın “Yoğun ziyaretçi vaziyeti kabul edilemez. Bu kadar ziyaretçiyi taşıyacak güçte değil” şeklindeki açıklamaları ise pek çok soru işareti ve endişeye neden oldu. Peki Ayasofya her gün binlerce kişiyi ağırlayabilecek kadar güçlü bir yapı mı? Ayasofya’nın altındaki tüneller çökmeye neden olabilir mi? Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Fırat Diker ve Sinop Üniversitesi Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serkan Yazıcı, Ayasofya’ya dair merak edilenleri Milliyet.com.tr okuyucuları için cevapladı.
İLBER ORTAYLI NE DEMİŞTİ?
Prof. Dr. İlber Ortaylı, 17 Eylül 2023 tarihli yazısında Ayasofya’nın altındaki tünellerden bahsederek yapıyı ziyaret eden kalabalıkların büyük bir tehlike yaratabileceğini vurgulamıştı. Ünlü tarihçinin açıklamaları şöyleydi: “Ayasofya, herkesin elini kolu sallayarak geçeceği bir yol değil. Altındaki dehlizler, atık ve nem sularını taşıyacak su yolları, havalandırma sistemi bu kadar ziyaretçiyi taşıyacak güçte değil. Giriş ve görüşleri zaruri olan tarihçi, arkeolog gibi bilim insanları, büyük dinler dünyasının temsilcileri, devlet adamları ve memurların oluşturduğu yıllık 20-30 bin kişilik bir kitle bile buranın ziyareti için kalabalık olabilir.”
Prof. Dr. Ortaylı’nın ses getiren açıklamalarından sonra tüm gözler diğer uzmanlardan gelecek açıklamalara çevrildi. Prof. Dr. Hasan Fırat Diker, yapının altındaki kanal ve tünellerin inşa edilme amacını ve tarih boyu ne şekilde kullanıldıklarını açıklayarak şunları söyledi:
“Ayasofya, bir kaya yatağının üzerine inşa edilmiş yaklaşık 2 metre yüksekliğindeki bir temel duvarının üzerinde yükselir. Yapıyı içten ve dıştan kuşatan ve toplam uzunlukları yaklaşık bir kilometreyi bulan menfezler de Ayasofya ile beraber inşa edilmiş yer altı yapılarıdır. Bunlar su isalesi, yağmur suyu tahliyesi ve havalandırma amacıyla yapılmıştır. Günümüzde var olmayan avlu yapısına ait yer altı mahzenleri de mevcuttur. Ayasofya yer altı yapılarının bir kısmı yüzyıllardır ihmal edildiklerinden acil olarak temizlenmeye ve onarıma muhtaçtır.”
2020 yılında yapılan çalışma kapsamında görselleştirilmiş Ayasofya’daki yer altı tünellerinden birinin kesit silüeti
‘HER ŞEYDEN ÖNCE BİR UYGARLIK VE NEZAKET KONUSU’
Peki tüneller nedeniyle Ayasofya gerçekten çökebilir mi? Yıllar sonra bu kadar büyük bir ziyaretçi yüküyle karşı karşı kalması tarihi yapıya ne gibi zararlar verebilir? Prof. Dr. Hasan Fırat Diker, “Camiye çevrilmesinden sonra Ayasofya’ya ücretsiz girilebilmesi doğal olarak ziyaretçi sayısını artırdı. Yaşanan ilgi, içeriye girenlerin denetimini zorlaştırıyor ve bazen istenmeyen şeylerin olmasına neden oluyor. Bir anıt eser olan bu kadim mabedi ziyaret etmek her şeyden önce bir uygarlık ve nezaket konusu. Gerek ibadet gerekse de ziyaret için Ayasofya’ya gelenlerin bu bilince sahip olması gerekir. Aşırı ziyaretçi sayısının iç mekanda oluşturacağı olumsuz rutubet koşulları, orta ve uzun vadede ana kubbe ve tavan mozaiklerinin dökülmesine ve zarar görmesine neden olabilir. Ziyaret ve ibadet için gelenlerin ayrıştırılmasına yönelik bir düzenleme iç mekandaki yoğunluğun azalmasına olanak sağlayabilir. Böylece iç mekanda oluşan havalandırma sorununun da bir nebze önüne geçilebilir. Dünyada anıt eser özelliği taşıyan mabetlerde ibadet ve ziyaret kullanımının ayrıştırıldığı örnekler de var” diye konuştu.
‘MİMAR SİNAN’IN DA KATKILARIYLA 7 YÜZYILDAN BERİ ÇÖKMEDİ’
Ayasofya’nın çökme ihtimali konuşulduğunda yapının bir miktar yamuk olan kubbesi de akıllara geliyor. Sanılanın aksine altındaki tüneller aslında yapı için bir risk oluşturmazken kubbe için ise uzmanlar aynı şeyi söylemiyor. “Ayasofya ilk yapılışından itibaren yapısal sorunları olan bir binadır. İlk ibadete açılışından 21 yıl sonra yani 558’de ana kubbesi tamamen çökmüştür. 10’uncu yüzyıldaki depremde ana kubbenin kuzeybatı kısmı, 14’üncü yüzyıldaki depremde de güneybatı kısmı yıkılmıştır” diyen Prof. Dr. Hasan Fırat Diker sözlerini şöyle sürdürdü:
“Geçirmiş olduğu deprem ve onarımlardan sonra ana kubbeyi taşıyan kemerlerde asimetrik bir dönüşüm yaşamıştır. Ayasofya’nın en zayıf kısımları ana kubbeyi yarım kubbelerle bağlayan kemerleridir. Yani asıl yapısal sorun ana kubbeden ziyade onu taşıyan yapı elemanlarındadır. Dolayısıyla Ayasofya’nın deprem sorunu güncel değildir ve yapı var olduğu sürece de devam edecektir. Ayasofya’nın kubbesi Mimar Sinan’ın da değerli katkılarıyla yaklaşık 7 yüzyıldan beri çökmemiştir. Bu da binanın ömrünün yaklaşık yarısı kadardır.”
AYASOFYA’NIN ANLAMI HERKES İÇİN BÜYÜK
“Ayasofya, genel hatlarıyla Türkiye ve Yunanistan arasında tarihi ve politik bir çekişme alanı olarak görülür. Temelde doğru görünse de aslında bundan çok daha fazlasıdır” diyen Prof. Dr. Serkan Yazıcı ise şu detayları da ekledi: “Bir kere bütün Ortodoks alemi yani Doğu Hıristiyanlığı için sembolik anlamlar taşıyor. Diğer taraftan Ortodoksluğun 1054’te ayrışması öncesinde tüm Hıristiyanlar için çok kıymetli, bunun yanında 13’üncü asırda 50 yılı aşkın bir süre Katolik katedrali olarak da hizmet vermiş. Böyle olunca Ortodoksların yanında Katolikler için de simgesel anlamlar ortaya çıkıyor. Bizim tarafa gelince fetihten itibaren bayram, cuma namazlarından Kadir Gecesi gibi özel günlere en önemli dini merasimlerin merkezlerinden biri. Ancak bunun da ötesinde öylesine bir sevinç yaratıyor ki bu değerli yapının Türklerin eline geçmesi, birçok şehirde kiliseden dönüştürülen önceden bu adı taşımayan camiler ‘Ayasofya’ adıyla anılıyor.”
‘NEREDEYSE HER ASIRDA BİR TADİLAT YAPILMIŞ’
“Ayasofya’nın tarihine baktığımızda kimi depremlere kimi ise yapının durumuna bağlı olarak neredeyse her asırda bir tadilat, tamirat veya restorasyon yapıldığını görürüz” diyerek sözlerine devam eden Prof. Dr. Serkan Yazıcı, “Yaşı 15 asrı bulan bir yapı için de bu çok doğal. Osmanlı İmparatorluğu, İstanbul’u fethettiğinde yoksullaşmış Bizans’tan kalan pek çok yapı gibi Ayasofya da kötü durumdaydı. Bu nedenle Fatih Sultan Mehmet’ten başlayarak birçok padişah, bu özel tarih varlığına çok önem verdi ve yaşatılması, işlevini sürdürmesi, geliştirilmesi için büyük gayretler sarf etti” ifadelerini kullandı.
YILLARCA SÜRECEK BİR RESTORASYONA MI GİRİYOR?
Prof. Dr. Hasan Fırat Diker’e göre de Ayasofya, Bizans’tan günümüze devamlı bakım, onarıma tabi tutuluyor ve sevilerek korunuyor. “Tarih boyunca tüm sorumlu idareler maddi ve teknik imkânları nispetinde Ayasofya’yı korumak için ellerinden geleni yapmaya çalışmıştır, bugün de yapılıyor” şeklinde konuşan Prof. Dr. Diker, sözlerini şöyle noktaladı:
“Kültür ve Turizm Bakanlığı, Cumhuriyet tarihinin en büyük Ayasofya onarımına başlamak üzere. Bunun önceki onarımlardan farkı, yapıyı kısmi olarak değil bütüncül bir biçimde ele almak üzere planlanmış olması. Minareleri, çatı örtüsü, cepheleri ve yer altı yapılarıyla birlikte Ayasofya’nın bütüncül bir anlayışla ele alınacak olması, bu restorasyonda pek çok sorunun ötelenmeden birlikte çözülmesini mümkün kılacak. İleride iç mekanda yapılacak bir restorasyonda, Fossati onarımları sırasında (1847-1849) üzeri sıvanmış, mihrap yönünde olan yarım kubbe yüzeyindeki ayetin ortaya çıkartılması da anlamlı olacaktır. Restorasyon tamamlandıktan sonra Ayasofya’nın devamlı gözetim altında tutulmasıyla birlikte böylece küçük sorunlar büyümeden çözülebilir ve uzun vadede büyük restorasyonlara gerek duyulmayabilir.”