Fazilet Şenol / Milliyet.com.tr – Takvimler 1945 yılının ağustos ayını gösterdiğinde ABD, Japonya’ya atom bombası attı ve yaşanan bu korkunç olay tarih sahnesine kara bir leke olarak kazındı. Atom bombası nedeniyle sadece dakikalar içinde binlerce insan havaya uçtu, yandı ve ezildi. Enkaz ve kül, kara yağmur adı verilen radyoaktif serpinti olarak Hiroşima ve Nagazaki’ye inmişti. Patlamaların aşırı sıcaklığı, insanların nehirlere kaçmasına ve birçok kişinin boğulmasına neden olan büyük yangınları ateşledi. Japonya atom bombası yüzünden adeta cehennemi yaşamıştı. Yıl sonu itibarıyla Hiroşima ve Nagazaki’de ölenlerin sayısı tam 200 bini aştı. Ancak bu sayı sabit kalmadı ve devamlı arttı. Başlangıçta hayatta kalanların çoğu, daha sonra radyasyonun neden olduğu hastalıklara yenik düştü, hatta onların çocukları da buna bağlı rahatsızlıklardan muzdarip oldu. ‘Hibakuşa’ olarak adlandırılan bu insanların hikayelerindeki detaylar ise yürek burkan cinsten.
Hibakuşa, Japoncada ‘atom bombasından sağ kurtulanlar’ı ifade etmek için kullanılan bir terim. Ancak radyasyona maruz kalmanın kalıcı hasarları göz önüne alındığında, belki de ‘atom bombası mağdurları’ olarak çevrilmesi çok daha doğru.
‘ANNEMİN ÇEKTİĞİ ACILARA TANIK OLDUM’
Korkunç olayın üzerinden tam 78 yıl geçmesine rağmen tarih orada yaşananları unutturamadı. O anlara tanık olanlar ise ülke tarihinin en karanlık anını dün gibi hatırlıyorlar. ABD’nin New York şehrinde yaşayan fotoğrafçı Haruka Sakaguchi de, belgesel projesi için deneyimlerini paylaşmaya istekli hibakuşa’ları bulmak ve onların hikâyelerini dinlemek için 2017 yılında Japonya’ya gitti ve ‘atom bombası mağdurları’nı dinledi. Şu anda 83 yaşında olan Saçiko Matsuo, Nagazaki’de tarihi felakete tanıklık eden isimlerden biriydi. Sözlerine “Barış bizim bir numaralı önceliğimizdir” diyerek başlayan Matsuo, Hiroşima’ya bomba atıldığı sırada henüz 6 yaşındaydı ve o esnada evde tek başınaydı. Matsuo, yaşadıklarını şöyle anlattı:
“Annem merkezden (patlamanın hemen altındaki yer) yaklaşık 1.5 kilometre uzaklıktaydı ya da ben öyle sanıyordum. Bana yaşadığı hislerden hiç bahsetmedi, ben de hiç sormadım çünkü kırılganlığıyla yüzleşme düşüncesi beni korkuttu. Annemin yaşamı boyunca çektiği acılara, 30’lu yaşlarındaki Meniere hastalığına (iç kulakta aşırı basınç nedeniyle ortaya çıkan bir hastalık), 40’lı yaşlarındaki kan aşılarına ve 50’li yaşlarındaki birçok kanserine tanık oldum. 62 yaşında da öldü.”
‘HER ŞEY DAHA GÜZEL OLABİLİRDİ’
84 yaşındaki Ryouga Suwa’nın ebeveynleri, Budist tapınağında öldü ve 16 yaşındaki kız kardeşi bir daha eve dönmedi. Suwa, bir bir atom bombası yetimi ve bir ‘nyushi hibakusha’ydı, yani bu tabir de onun patlamadan sonra iki merkez yakınında radyasyona maruz kaldığını ifade ediyordu. Suwa, 2019’daki ölümünden önce şunları not etmişti: “Farklılıklarımız yüzünden üzülmek yerine hepimiz birbirimizi onurlandırma yeteneğini içimizde geliştirebilseydik her şey daha güzel olurdu.”
Ryouga Suwa’nın büyükbabası akut radyasyon hastalığından, büyükannesi ise akciğer kanseri yüzünden hayatlarını kaybetmişti. O gün annesi Hiroşima’da olan kuzeni, 50’li yaşlarındayken hayatını kaybetmesine sebep olan bir otoimmün hastalığa yakalandı. 50 yaşına geldiği için minnettar olan Suwa, bu kadar uzun süre hayatta kalacağını hiç düşünmediğini söylemişti.
‘KÖR EDİCİ BİR IŞIK TOPUNA DÖNÜŞTÜ’
Bomba düştüğünde henüz 14 yaşında olan Fujio Torikoshi ise o esnada evinin önünde motorlarının sesini duyduğu uçakları arıyordu. Gördüğü tek şey siyah bir noktaydı. Sonra o siyah nokta kör bir top haline geldi. Daha sonra ifadesinde “Çevremi dolduran kör edici bir ışık topuna dönüştü” dedi. Yüzünde yoğun bir sıcaklık hissetti, ayakları yerden kesildi ve bayıldı. Bilinci yerine geldiğinde kendisini suya daldırarak yanma hissini durdurmaya çalıştı, bu da durumu daha da kötüleştirdi. Yaraları o kadar ağırdı ki 20 yaşından sonra hayatta kalması beklenmiyordu. Ancak daha onlarca yıl yaşadı ve 2018’de yaşamını yitirdi. Son röportajında, “Hayat ilginç bir hazinedir” diyen Torikoshi, şöyle devam etmişti:
“Değerli hayatları savaşa feda etmeye devam edemeyiz. Yapabileceğim tek şey dünya barışı için ciddiyetle, amansızca dua etmek.”
Hiroşima Barış Anıtı Müzesi’nde sergilenen, atom bombası sırasında eriyen bir şişe. (Kaynak: Prof. Dr. Niyazi Meriç)
‘ÖĞRETMENİMİZ 100 YIL YAŞAM OLMAYACAĞINI SÖYLEMİŞTİ’
Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan nükleer bombalar sadece Japonya’yı değil, tüm dünyayı derinden sarstı. O zamanları “İlkokulda rahmetli hocamız Ömer Aslan bize bu felaketle ilgili çok güzel bilgiler vermişti, oradan hatırlıyorum. Bize ‘Nagazaki ve Hiroşima’ya 100 sene insanlar giremeyecek, orada yaşam olmayacak’ demişti” diyerek hatırlayan Ankara Üniversitesi Nükleer Bilimler Enstitüsü eski müdürü, emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Niyazi Meriç, Japonya’ya uzun bir süre yayın yasağı konulduğunu ve bu yasağın 1990’larda bittiğini söyledi.
Hiroşima ve Nagazaki’de yaşanılanlardan sonra atomun ve radyasyonun öneminin çokça gündeme geldiğine değinen Prof. Dr. Meriç, Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi’nde Nükleer Araştırma Laboratuvarları kurulduğunu dile getirdi.
‘BEDELİ ÇOK AĞIR ÖDENMİŞ’
“Atom bombasını atarken ABD bile radyasyonun ne olduğunu tam olarak bilmiyordu. Çünkü 1945’li yıllarda atom bombası yeni keşfedilmişti. ‘Radyasyon nedir, insanlara ne denli zarar verir?’in cevabını kimse veremiyor, kimse durumun ciddiyetinin bilincinde değildi. Atom bombasını attıktan sonra büyük bir dehşete kapıldılar ‘Biz ne yaptık böyle’ diye. Bu sebeple de yayın yasağı konuldu” ifadelerini kullanan Prof. Dr. Niyazi Meriç, atom bombasının atıldığı binanın milli park haline geldiğini ve 2019’da Nagazaki’ye yaptığı ziyareti şu sözlerle ifade etti:
“Ben oraya gidince çok duygulandım. Bu müzede olayın nasıl gerçekleştiğini simülasyonlarla anlatıyolar. O zamanlar orda kalmış bütün malzemeleri toplamışlar. Sıcaklıktan erimiş kola şişesini bile muhafaza etmişler. Geniş bir park yapmışlar, orada gönüllü çalışan insanlar var. Hiç üşenmeden ve bıkmadan her sorulan soruya fotoğraflarla cevap veriyorlar. Oradaki müzeyi yapmaya 1950’lilerde başlamışlar. Ben çok şaşırmıştım çünkü hiç oraya girilemeyecek diye düşünüyorduk. Bir baktık ki kocaman bir şehir bulduk. Ancak insanlar bunun bedelini çok ağır ödemişler. Şehri kurmaya başlarken kendileri ve çocukları lösemi olmuşlar.”
Japon çocukların yaptığı Turna kuşu origamisi. (Kaynak: Prof. Dr. Niyazi Meriç)
‘TURNA KUŞU HİKAYESİ JAPONLARI ÇOK ÜZÜYOR’
Müzede gördüğü bir anıt ve müze bahçesinde ona yapılan törenin kendisini çok duygulandırdığını ifade eden Prof. Dr. Meriç, anıtın hikâyesini şu sözlerle paylaştı:
“Bu hikâyede bir Japon çocuk lösemi oluyor. Doktorlar onun acısını hafifletmek için Turna kuşu origamisinden 1 milyon adet yaparsa iyileşeceğini söylüyorlar. Çocuk 900 bininciye geldiğinde ölüyor. Bu hikâye tüm Japonları çok üzüyor ve müzeye bunun için bir anıt yapıyorlar. Bugün bile Japonya’nın her yerinden bir sürü çocuk, kalan 100 bin Turna kuşu origamisini yapıp anıtın etrafına bırakıyor. Ben gittiğimde resmi tatil ve bayram sanmıştım çünkü o derece kalabalıktı. Hatta 5-6 çocuk bana origamilerden hediye etmişti. Bugün gitseniz yine aynı kalabalığı bulabilirsiniz.”
‘KİN VE DÜŞMANLIKLARI YOK’
Japonların ABD’ye karşı bir kin ya da düşmanlık beslemediğini, müzedeki insanların gönüllü bir şekilde canla başla çalıştığına özellikle dikkat çeken Prof. Dr. Niyazi Meriç, “Biz olsak böyle bir şeyi unutmayız diye düşündüm. Mesela Çinliler de unutmuyor. Kimle konuştuysam hiçbir kimse yaşanan felaketten kindar bir şekilde bahsetmedi. Şu an bile gitseniz aynı şeyleri görebiliyorsunuz ancak bir kindarlık sezilmiyor. ‘Bakın, çalışmazsınız böyle bir felaket her zaman başınıza gelecektir’ mesajı verilmeye çalışılıyor” ifadelerini kullanarak sözlerini noktaladı.