MÜJDE IŞIL –‘80’lerin Amerikasında televizyon seyircisinin pek sevdiği “The Equalizer” adlı dizinin Antoine Fuqua ve Denzel Washington iş birliğinde sinemaya transfer edilmesinin üzerinden epey zaman geçti. 2014 ve 2018 tarihli film serisinin, daha doğrusu üçlemenin son filmi “The Equalizer 3/Adalet 3: Son” bu hafta huzurlarımızda.
Kanun dışında kalarak adaleti sağlamayı ilke edinmiş Robert McCall ölümün kıyısından dönünce Sicilya’nın sakin bir kasabasında huzur içinde yaşamanın nimetini anlar. Ancak buranın da kendi sorunları ve kötü adamları vardır. McCall şiddetten ne kadar uzaklaşmaya çalışsa da yavaş yavaş olayların içine çekilir.
Ver duygusallığı
Filmin açılış sahnesi iki saat boyunca kan banyosu izleyeceğimiz izlenimi yaratıyor. İtalya’daki bir bağ evinde yapılan baskında ölenlerin neredeyse santim santim yaralarını gösteren Antoine Fuqua’nın ters psikolojisini ilerleyen dakikalarda anlıyoruz. Keanu Reeves’in John Wick’i ya da Liam Neeson’ın ailesinden birisi zarar gördüğünde dünyayı birbirine kattığı filmlerindeki öldürülen insan sayısının ve şiddetin ağır bastığı bir film değil “Adalet 3: Son”. Aslında Robert McCall’un da amacı John Wick’i ya da Liam Neeson’ın karakterlerinden farklı değil; huzurlu bir yaşam. İyi mi yoksa kötü biri mi olduğu sorusuna net cevap veremeyecek kadar dürüst biri de. Çoğumuzun hayalini kurduğu, sakin bir sahil kasabasında hızdan uzak yaşama isteği, McCall’u deyim yerindeyse büyülüyor. Film uzunca giriş bölümünde bu sakinliğin, huzurun altını çiziyor. Dolayısıyla McCall ne zaman kötüleri haklayacak diye bekledikçe bekletiyor yönetmen Fuqua ve senarist Richard Wenk.
Bir noktada daha ters köşe yapıyor film. Western misali kasabada bir hesaplaşma yaşanacak diye düşünürken istikamet mafya filmine dönüyor, hatta “Baba”ya da selam gönderiyor. CIA ajanı Emma Collins’i hikâyeye dahli duygusal damarı yükseltirken kadın karakter açısından yama gibi duruyor; zira fonksiyonu, McCall’un gücünü ve zekâsını yüceltmek. Sözün özü, her dakikası aksiyonla dolu film modasının bir örneği değil “Adalet 3: Son”, duygusal damardan ilerlemeye çalışıyor ama derinleşmeyen klişe yaklaşımlarıyla her iki açıdan da hatırda kalıcı bir filme dönüşemiyor.
İtalyan oyuncu Remo Girone’nin de dikkat çektiği filmi izlenir kılan ise Denzel Washington’ın karizmatik varlığı. Tony Scott’ın yönettiği 2004 tarihli “Man on Fire/Gazap Ateşi”nde Dakota Fanning’in canlandırdığı küçük kızı korumakla görevli eski ajana hayat veren Washington, 19 yıl sonra “Adalet 3: Son”da profesyonel bir oyuncu olmuş Fanning ile birlikte rol alıyor bu kez. Filmin seyirciye kurmaca karakter McCall üzerinden vermeye çalıştığı duygusallık ise Washington ile Fanning’in 19 yıl önce ve 19 yıl sonraki fotoğrafları yan yana getirildiğinde gerçekten yükleniyor yüreğimize.
Elimi tutma, yanarsın
2013’ten beri RackaRacka adlı YouTube kanalında korku komedi videoları yayınlayan Avustralyalı ikiz kardeşler Danny ve Michael Philippou’nun ilk uzun metrajlı filmi “Konuş Benimle” bu sene başında Sundance Film Festivali’nde adından söz ettirmiş ama asıl sükseyi Peter Jackson’ın son yıllarda izlediği en iyi korku filmi olduğuna dair yorumuyla yapmıştı. Hikâye, ruh çağırma üzerine kurulu. Bir grup genç, porselen kaplama bir medyum elini tutarak ruhlarla temasa geçtikleri partiler düzenliyorlar. Ancak bir seansta işler yolunda gitmiyor ve herkesin hayatı kâbusa dönüyor. Filmin ismi her ne kadar ruh çağırmayı kodlasa da aslında yalnızlık çeken ve yas tutan bir genç kızın yardım çağrısı. Annesini kaybeden 17 yaşındaki Mia, uzak olduğu babası yerine kendine alternatif bir aile kurmaya çalışsa da yas sürecinde. Genç yönetmenler, YouTube kitlelerinin sevdiği akıcı ve çılgın görsel ritmi, yas gibi ağır bir konuyla birleştiriyor.