Nedir bu ‘sanat sineması’ dedikleri?

MÜJDE IŞIL – Yeşilçamı çoğunlukla klasik tarafıyla anarız. Bugün de hâlâ zevkle izlediğimiz, hemen hemen her yaşın ezbere bildiği komedilerle, melodramlarla, tarihî kahramanlı filmleriyle… Halbuki o klasik Yeşilçam döneminde sayıları fazla olmasa da özgün hikâyelerin, farklı tarzların peşinde olan sinemacılar vardı. Metin Erksan ve Feyzi Tuna, onlar arasında belki de en çok bilinenler. 1990’larda Yeşilçam geleneğinin ortadan kalmasıyla ‘yeni nesil’ sinemacılarla tanıştık. O sinemacılar ki bugünün ustaları, ülkemizin dünya çapında tanınan ‘auteur’leri oldu. Nuri Bilge Ceylan, Derviş Zaim, Zeki Demirkubuz, Yeşim Ustaoğlu, Reha Erdem gibi…

Sinema yazarı Barış Saydam kaleme aldığı, Doruk Yayınları’ndan çıkan “Türkiye’de Sanat Sineması”nda ticari sinemanın ya da ana akımın karşı yakasında kalan sanat sinemasının dünyada ve Türkiye’de nasıl başlayıp geliştiğini irdeleyen kapsamlı bir incelemeye imza atmış. Kitabın ilk bölümünde dünyada sanat sinemasını hazırlayan koşullar özetleniyor. Özellikle 2. Dünya Savaşı bitiminden sonra uluslararası film festivallerinin yaygınlaşması, sanat filmlerini görünür kılıyor. 19. YY’ın sonu ve 20. YY’ın başında şehirde yaşamanın yaygınlaşması ise sanat sinemasının özünü oluşturuyor. Çünkü büyük şehrin karmaşasında ve kapitalist düzeninde birey herkese ve kendine yabancılaşmaya başlıyor; varoluşsal sancılarla baş başa kalıyor.

En çok destek alanlar

Kitabın ikinci bölümü Türkiye’de sanat sinemasının oluşum ve gelişim sürecini anlatıyor. İlk örnekler için 1960’lara gelmemiz, klasik Yeşilçam kendi efsanesini oluştururken geleneksel çizginin dışına çıkan Metin Erksan, Feyzi Tuna gibi az sayıdaki yönetmenin kamera arkasına geçip “Sevmek Zamanı” ve “Aşka Susayanlar” gibi filmleri çekmeleri gerekiyor. ‘80’ler ise darbe iklimiyle birlikte karmakarışık bir dönemi beraberinde getiriyor. Televizyonun ve videonun rekabeti altında giderek düşüyor sinema seyircisi sayısı. O kadar ki “Ben yerli film izlemem” deme modası hâkim toplumda. Bütün bunların sonucunda ‘90’lar ve şimdinin usta sinemacılarının ilk çalışmalarına şahit olduğumuz dönem geliyor. Bildiğimiz mânâda sanat sinemamız böylece başlamış oluyor.

Kitabın en ilginç bölümü, sanat sinemamızın güncel durumuna ayrılan bölüm. Sanat sineması özgün fikirlerle ve ticari dilden uzak durarak ilerlese de bu filmlerin çekilebilmesi için sonuçta bütçe gerekiyor. Bu bağımsız yapımlar iki ana kaynaktan destek buluyor. İlki Kültür ve Turizm Bakanlığı, diğeri de başta Eurimages olmak üzere uluslararası fonlar. 2010-2020 arasında Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan en çok destek alan yapımlar Nuri Bilge Ceylan’ın “Ahlat Ağacı” (2.000.000 TL), Özhan Eren’in Çanakkale Savaşı’na odaklanan filmi “Son Mektup” (1.750.000 TL), Semih Kaplanoğlu’nun “Buğday’ı (1.750.000 TL) ve “Bağlılık Aslı”sı (1.200.000 TL). Türkiye’nin 1990’dan beri üye olduğu Eurimages’dan en yüksek desteği alan yapımlar ise Semih Kaplanoğlu’nun “Buğday”ı (470 bin avro), Nuri Bilge Ceylan’ın “Kış Uykusu” ve “Ahlat Ağacı” (450’şer bin avro).

Birbirlerine benziyorlar

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Eurimages’dan destek alan yerli yapımlar uluslararası festivallerde büyük ödüller kazanıyor. Semih Kaplanoğlu “Bal” ile Altın Ayı, Nuri Bilge Ceylan “Kış Uykusu” ile Altın Palmiye kazanıyor örneğin. Kitabın dikkati çektiği önemli bir konu da bu desteklerin yapımları tematik olarak birbirine benzer hâle getirmesi. Avrupa sanat sinemasında öne çıkan temalar yani yabancılaşma, iletişimsizlik, etnik kimlikler, yoksulluk, politik sorunlar bizde de önplana çıkıyor. Taşrada yaşama/taşradan çıkma/taşraya dönme ise özellikle son dönemde baskın ve ortak tema olarak ağırlığını koruyor. Bu durum kadrajlarıyla, karakterleriyle, hikâyeleriyle “sanat filmleri birbirine benzemeye başladı” eleştirilerini cisimleştiriyor bir bakıma. Dolayısıyla maddi destekler sanat sinemasını kurumsallaştırırken bir noktadan sonra tekrara dönüştürebiliyor. Majör festivallerden prestijli ödül kazanan filmlerin anlatıları, yeni sanat filmlerini de etkiliyor ve benzer yapımlar çıkıyor ortaya. Hâlen çoğu genç sinemacının Nuri Bilge Ceylan filmlerine öykünmesi gibi…

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir