Mert Aydın yazdı: ‘Filenin Sultanları’ sporun kahramanları

22 Eylül 2003 Ankara. Avrupa Kadınlar Voleybol Şampiyonası tüm hızıyla sürüyor. Türkiye, Romanya ve Sırbistan-Karadağ engellerini set vermeden geçmiş turnuvanın favorilerinden Rusya önüne çıkıyordu.

Ankaralı voleybolseverler, salonu hınca hınç doldurmuştu. Bir yandan telafisi olan bir maçtı, diğer yandan kazanılırsa takımı nerelere götüreceği kestirilemezdi.

Açıkçası turnuva öncesinde kamuoyunun ne bekleyeceği konusunda bir fikri yoktu. Voleybolu takip eden bir avuç gazeteci dışında bu sporun talihinin radikal şekilde değişebileceğini öngören kimse de yoktu zaten. Aslında sinyaller gelmeye başlamış, kulüp takımlarımız Avrupa’da ses getirir olmuştu. Nitekim 1999’da Eczacıbaşı, Avrupa Kupa Galipleri Kupası’nı müzesine götürmüştü.

İlk sette harikaydı kızlar. Gencecik Neslihan Demir, voleybol dünyasının yeni yıldızı olacağını gösteriyordu. Bahar, müthiş paslarıyla Neslihan’ı, Natalia Hanikoğlu’nu, Aysun’u, Özlem’i besliyor, Gülden liberoda Ruslara geçit vermiyordu. 25-21 bitiyordu ilk set. Kenarda koç Reşat Yazıcıoğulları yerinde duramıyordu adeta.

Reşat Hoca ve takım için turnuva öncesi yaşananlar bir kabustan farksızdı aslında. Asıl başantrenör Deniz Esinduy, hazırlık kampında kalp krizi geçirerek yaşamını yitiriyordu. Teknik ekip ve oyuncular hem kahrolmuşlar hem de bu durumu nasıl atlatmaya çalışacaklarını planlamaya başlamışlardı. Deniz hocanın yardımcısı Reşat Yazıcıoğulları da deneyimli bir teknik adamdı.

Türk Milli Takımı sadece deneyimli oyunculardan kurulu değildi. Alt yapılardan gelen dinamik gençler de vardı. Neslihan’ın Esra’ya, Gülden’den Seda’ya bu enerjik kızlar, kadroya dinamizm akışı yapıyordu. İkinci set 25-22 lehimize bitiyordu. Voleybolu iyi bilen Ankara seyircisi, tarihi bir ana tanıklık ettiğinin farkındaydı ama Rusya, Olimpiyat, dünya ve Avrupa şampiyonlukları olan bir devdi ve maç bitmeden kazanma sevinci yaşamak doğru değildi.

Maçlar oynandıkça sadece Ankara değil tüm Türkiye, milli takımın peşinden gitmeye başlamıştı. Ekran başından milyonlar, voleybolcularımızın isimlerini ezberliyordu. Özellikle de küçük yaştaki kızlar…

Üçüncü set çok çekişmeliydi. 26-24 kazandık. İnanılmaz bir sevinç vardı. Belki de şampiyonluk sevinciyle eşdeğer bir coşku. Mikrofonlar uzanıyordu oyuncularımıza. Deniz Hoca’ya gönderiyorlardı zaferi. Ama takımın en deneyimli isimlerinden Mesude belki çarpıcı ve gerçekçi mesajı veriyordu, “Bugüne kadar hep babalar oğullarını futbola götürürdü. Artık anneler kızlarını voleybola götürecek”.

Milli takım finale kadar gitti o turnuvada. Polonya’ya kaybedip gümüş madalya kazandık. Ve bir daha geriye bakmadı Türk kadın voleybolu. Mesude’nin dediği gibi yurdun her noktasında anneler kızlarını voleybol okullarına götürdü, götürüyor. Durmadan çalışan bir fabrika var. Kızlarımız, dünyanın en iyi oyuncularını getiren kulüplerinde yer buluyor, çatır çatır oynuyor. Vakıfbank, Eczacıbaşı, Fenerbahçe, Avrupa ve dünya şampiyonluklarını alışkanlık haline getiriyor. Filenin Sultanları onların adı.

Futbolda ve basketbolda alt yapılardaki başarıları A Milli Takım seviyesine çıkarmakta zorlanıyoruz. Voleybol, diğer takım sporlarına gerçek anlamda ders veriyor. Neslihan gibi, Gözde gibi, Naz gibi dünya çapında yıldızlar, sporu bırakıyor yenileri çıkıyor. Ah o gitti, bu gitti demiyoruz. Tekrarlamakta bir sakınca görmüyorum. Dünyanın en iyi voleybolcularının oynadığı ligimizde o yıldızlardan rol çalıyorlar. Böyle olunca maçları saat kaçta olursa olsun kaçırmıyor sporseverler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir