Müjde Işıl – Bilim kurgu, sinemamızda görünmez bir tür olageldi. Çekilenler de “Dünyayı Kurtaran Adam” misali mizaha evrildi. Bu tür; dünyada erkek egemenliğindeyken ülkemizden bir kadın yönetmen çıktı, filmini çekti, Phoenix Uluslararası Korku &Bilim Kurgu Film Festivali ve Londra Uluslararası Bilim Kurgu ve Fantastik Film Festivali’nden En İyi Film Ödülü ile döndü. Böylece Serpil Altın, ilk ve ödüllü uzun metraj bilim kurgu yönetmenimiz unvanının sahibi oldu. Sinema eğitimi alan, “Bayram Harçlığı” (2014) ve “Yüzme Öğreniyorum” (2017) kısa filmlerinin ardından ilk uzun metrajı “Bir Zamanlar Gelecek: 2121”de sade ama etkin bir distopik evren yaratan Altın ile söyleştik.
“Bir Zamanlar Gelecek: 2121”, Türkiye’nin ilk sürdürülebilir film girişimi. Bu tanımı açıklar mısınız?
Sürdürülebilir film yapımını, doğaya zarar vermeden film prodüksiyonunu dizayn edip gerekli önlemleri almak şeklinde kısaca tanımlayabiliriz. Yurt dışında “Green Production” adıyla yapılan birçok film var. Onları inceledik ve ülkemizde yapabileceklerimizi kendi setimize uyarladık. Setimize kesinlikle plastik ürün sokmadık. Bunun yerine ekibe sıcak ve soğuk içecekler için iki ayrı matara verdik. Setimize büyük jeneratör ve karavanlar sokmayarak büyük oranda fosil yakıt tasarrufu yaptık. Kullandığımız ışıklar, düşük enerji tüketen tasarruflu ışıklardı. Dekorlarımız için kullanılacak malzemeleri yeni almak yerine daha önceki setlerden artan malzemelerle tasarladık. Çekimlerimiz bitince de bütün dekor malzemelerini bizden sonraki ekiplerin kullanması için dağıttık. Özetle, tüketim çılgınlığımızı frenlediğimiz bir set tasarladık. Umarım dünyamız dev bir çöplüğe dönüşmeden bütün setlerimiz bu hassasiyet ve özenle hazırlanır.
Bilim kurgu neden sinemamızda geri planda kalan bir tür sizce? Bunu sadece maddi ve bütçesel zorluklarla açıklamak mümkün mü?
Bu konu bizi uzun süredir düşündüren bir durumdu. Maddi ve bütçesel tarafının önemsiz olduğunu anladık. Asıl sorun sosyolojikti. Ülkemizde cin ve din merkezli doğaüstü korku filmlerinin, bilim kurgu filmlerinin yerini aldığını ve Türkiye izleyicisinde karşılığı olduğunu; distopik, bilim kurgu türüne alternatif olarak yaygınlaştığını gördük. Ancak bu tür filmlerin de kültürel kodlarımızdan dolayı dünyanın diğer coğrafyalarında karşılığının olmadığını katıldığımız birçok festivalde şahit olduk. Farkındalığı yüksek yepyeni bir nesil geliyor. Bilim kurgu türünün yakın bir gelecekte Türkiye sinemasında önemli bir yere yerleşeceğinden hiç kuşkum yok.
“Bir Zamanlar Gelecek: 2121” kıtlığın neden olduğu distopik bir atmosferde geçiyor. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?
Filmin çıkış cümlesi: “100 yıl sonra başımıza ne gelecek?” idi. 19 yaşında bir kızım var. Eşimle uzun zamandır “Kızımıza gerçekten ne bırakacağız?” diye sorguluyoruz. Sadece kızımıza değil, gelecek nesillere biz, hepimiz gerçekten ne bırakıyoruz? İklim krizi, kıtlık, kuraklık… Fotoğraf hiç parlak değil. Bunlar gerçekler ve kapitalist dünya düzeninde insanlığın cezalandırılma şekli olarak bilimin bize fısıldadıkları. Dünya günden güne kalabalıklaşıyor. Bunun nedeni ise yeni doğanların artması değil. Yaşlıların gelişen teknoloji ile geç yaşlarda dünyayı terk etmesi. Bu iki önemli bilgi filmin temel direklerini ortaya çıkarmamı sağladı. Pandemi döneminde artan yaş ayrımcılığı da yeni doğan bir bebeğin doğması için evin en yaşlı bireyinin hayatına son verilmesi fikrini beraberinde getirdi.
George Orwell’ın “1984”ü ve Shohei Imamura’nın “Narayama Türküsü”nden mi ilham aldınız?
“1984”, ergenlik çağımda okuduğum ve inanılmaz etkilendiğim bir kitaptı. Sonrasında ise “Hayvan Çiftliği”, “Cesur Yeni Dünya”, “Fahrenheit 451”, “Zaman Makinesi” gibi kitaplar okumaya devam ettim. “1984”, ilham aldığım kitaplardan biridir. Edebiyat dışında ise ilham kaynaklarım Yunan tuhaf dalga akımı, Yorgos Lantimos, Wes Anderson ve Jean Pierre Jeunet filmlerinin görsel estetiği, pandemi döneminde yaşanan gerçekler ve Salvador Dali’nin “Three Sphinxes of Bikini” eseri.
Dört ana karakterin kişisel distopyası ve riskli kararlarının izinde sizce nasıl bir gelecek bekliyor bizi?
Var olan sistemi değiştirmek ve düzeltmek için bir çaba sarf etmezsek, gelecek tahminimizden çok ama çok daha kötü olacak. Yeraltında (akvaryumda yaşayan balıklar gibi) yaşayan insanlara dönüşmemiz hiç de uzak değil. Doğadan uzaklaştıkça ruhsuz robotlar gibi yaratıklara dönüşmemiz an meselesi. Umarım bu film gelecekten günümüze yazılmış bir mektup gibi görülür. Bizleri tekrar tekrar düşünmeye teşvik eder.
“‘Bu filmi çekme’ dediler”
Ülkemizin ilk ve şimdilik tek ödüllü uzun metraj kadın bilim kurgu yönetmenisiniz. Bu açıdan nasıl bir sorumluluk hissediyorsunuz ve arkanızdan gelecek meslektaşlarınıza neler tavsiye edersiniz?
Öncelikle bu filmin üretimine başlarken inanın ilk olduğumu bilmiyordum. Filmin kurgu sürecinde basın bülteni hazırlığı sırasında yapımcım ve eş senaristim Korhan Uğur hiçbir kadın yönetmenin Türkiye’de uzun metraj bilim kurgu yönetmenliği yapmadığını söyledi. Bu duruma şaşırdık. Yaklaşık 100 yıllık sinema tarihimizde bu çok tuhaf bir bilgiydi. Bana göre mesleklerin kadını ve erkeği yoktur. Ataerkil toplum düzenimizde kadınlar için belli kalıpları yıkmak adına altı çizilmesi gereken bir sıfat olduğuna karar verdik. Bu durum için sorumluluğumun ise bu türde üretim yapmak isteyen meslektaşlarımla birbirimizi desteklemek olduğunu düşünüyorum.
Bu filmin senaryo aşamasından çekimin ilk gününe kadar sektörümüzün hatırı sayılır önemli insanları benim bu filmi çekmemem gerektiğini söylediler. Vazgeçirmek için ellerinden geleni yaptılar. Ama tuhaf bir fısıltı sürekli kulağımdaydı. “Ne pahasına olursa olsun bu filmi çek!” diyordu. Ben de inatla o sesi dinledim ve şu anda sizinle bu röportajı yapıyorum. Meslektaşlarıma tek tavsiyem; eğer çevrenizdeki insanlar size hayal ettiğiniz şeyi yapma diyorsa, kesinlikle aykırı bir şey yapıyorsunuzdur. Sıradan olmayan özeldir. Özel olanı yapmak en iyisidir.