Nisan Ak: İnsanların klasik müziğe olan ön yargısını kırmaya çalışıyorum

İhsan Dindar – milliyet.com.tr / [email protected]

 

Yeni normalde, internet üzerinden siz ABD’den ben de İstanbul’dan bir araya geliyoruz. Pandemi sürecinde günleriniz nasıl geçiyor. Neler yapıyorsunuz bu süreçte?

Pandeminin başlarında doktorama hazırlanıyordum. Pandeminin ilk altı ayında oturup tezimi yazdım ve bitirip mezun oldum. Normal dönem olsa konserlerden tez yazmaya vakit bulamayacaktım. Bu açıdan çok mutluyum.

 

Sürekli üzerine koyduğunuz bir müzikal kariyer var karşımızda. Belli ki bu çok da kolay olmadı. Sesinizi duyarmak için Cem Yılmaz’a dahi mail attığınızı belirtiyorsunuz bir röportajınızda. İşin çalışıp emek sarfetme kısmı dışında sizce neden bu kadar zor oldu?

Bence aslında hiçbir şeyin olması için bu kadar uğraşılmamalı. Hiçbir iş bu kadar zor olmamalı. Müziği çok seviyorum, müziğin derinliklerini araştırmayı ve bu konu hakkında binlerce sayfa okumayı çok seviyorum. Ama sonuçta bu işi yapmadığımda kimse ölmüyor. Bu mentaliteyle bakıyorum. Sahnede ortaya müzik koyuyoruz. Birbirimize destek olmalıyız.

 

Özellikle şu içinde yaşadığımız pandemi sürecinde müziğin iyileştiriciliği de sıklıkla gündemde. Siz bu konu hakkında ne söylemek istersiniz?

Müzik çok önemli. Birden fazla açıdan çok önemli. İlk olarak o ânda kalmamızı sağlıyor. Ânda kalarak bizim istemediğimiz şeylerden uzaklaşmamızı mümkün kılıyor. Öte yandan düzenli olarak müzik dinlediğiniz zaman konsantrasyonunuz artıyor. Bu da ânda kalma yetinizi arttırıyor. Mental sağlığımız için önemli bir nokta. Bu saydığım iki hususa ek olarak uzun süre müzik okuyabilen insanların soyut düşünce yetenekleri gelişiyor. Soyut beynin gelişmesi demek aynı zamanda sanat üretimine de katkı sağlayan bir şey. Bu sayede de beynin diğer kısımları da olumlu manada etkileniyor. Genelde yaşlar ilerledikçe konsantrasyon daha az sağlanabilir. Bunu korumak için soyut beynin gelişimi şart.

 

Şimdi biraz da 8 Mart ile de ilintili bir noktaya gelmek istiyorum. Siz, değil sadece Türkiye’de dünyada da örnekleri fazla olmayan insanlardan birisiniz. Belki birkaç yerde kadın orkestra şefi oransal olarak bir nebze de olsa daha yüksektir…

Sanırım ABD genelindeki oranı %10 civarında. Türkiye’de ise tam zamanlı kadın müzik direktörü sayısı maalesef sıfır…

 

Örneğin Viyana Filarmoni Orkestrası’nda değil kadın şef bundan birkaç sene öncesine kadar daimi bir kadın üye dahi yoktu. Türkiye’deki eğitiminizin ardından şimdi Amerika Birleşik Devletleri’nde bir kadın orkestra şefi olarak çalışmalarınız nasıl devam ediyor? Karşılaştığınız zorluklar var mı? Bir yandan da orada toplumun en entelektüel kesiminin içindesiniz…

Her şeyden önce ABD’de göçmen olmak başlı başına bir zorluk. Açıkçası çalıştığım insanlar ve yakın çevremden ne cinsiyetim ne de kimliğimden ötürü bir ayrımcılığa maruz kalmıyorum. Doğru söylüyorsun. Ben burada entelektüel bir camia içerisindeyim. Dolayısıyla daha açık görüşlü insanlarla birlikte çalışıyorum. Ancak çalışma izni veya başka bir işlem konusunda başvuruda bulunduğunuzda epey uğraşmanız gerekiyor. Bazen kahvaltıda kendimi FBI ile konuşurmuşçasına hissediyorum. Sürekli bir geçmişimin sorgulanması durumu söz konusu.

Bu pandeminin bir sonucu olarak hayatımızı çevrimiçi konser kavramı daha yoğun bir biçimde girdi. Bu konserlere nasıl bakıyorsunuz? Sanat dünyası içerisinde sanırım bu konuda bir fikir ayrılığı var. Çevrimiçi konserlerde istenilen ses kalitesine erişilemeyeceği için karşı çıkanlar da bulunuyor.

Ben bu duruma biraz daha pratik bakıyorum. Mesela Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası (BİFO) bu süreçte bir çözüm üretti. Normalde Lütfi Kırdar Konser Salonu’nda verdiği konserleri prova salonuna taşıdı ve etkinlik sayısını iki katına çıkardı. Üstelik de tüm konserler bedava. Böyle farklı yaklaşımlar önemli. Çünkü şu anda ne ile boğuşuyoruz? Çözüm ne olabilir? Hiçbir şey yapmamak mı? Yoksa bir şeyler yapmayı denemek mi? New York Filarmoni Orkestrası ve Metropolitan Operası bile küçük kadrolarla parklarda etkinlik yapıyorsa ben kimim ki yapmayayım? Dinleyicilerle buluşmayı ve konuşmayı seviyorum. Instagram’da videolar yayımlıyorum.

 

Ben tam bu noktadan devam etmek istiyorum sorularıma. Youtube kanalınızda bir süredir içerikler üretiyorsunuz. Müzik enstrümanlarını anlattığınız bir seriniz de var. Genel olarak yorumlar ne yönde?

Youtube’da takipçilerimin %80’inden fazlası Türkiye’den. Videoların altına yapılan yorumlara da tek tek bakıyorum. Çok da güzel bir takipçi kitlem var. Çok tatlılar.

 

Baktığımızda klasik müziğin dinleyici kitlesi ağırlıklı olarak üst yaş grubundan. Atmosferine de bir ciddiyet hakim. Halbuki  döneminin popüler müziğiydi klasik müzik. Mesela Beethoven o dönemin Tarkanıydı. Ferenc Liszt de bir popstardı. Siz ve sizinle birlikte gelen jenerasyon bu müziği gençlere daha fazla anlatabilecek misiniz? Zira bir yandan da popüler müziğin çok hızlı tüketildiği bir çağdayız…

Dediğiniz gibi Beethoven o dönemin Tarkanıydı. Ancak Tarkan bile bu dönemin Tarkanı değil artık. 90’ların, 2000’lerin Tarkanı. O yüzden zaten yüzyıllar önce yaşamış birini popüler yapabilmek zor bir iş. Billie Eilish’i neden dinliyoruz? Güzel müzikleri var, 20 yaşında çok başarılı bir kadın ve onu sosyal medyadan takip edebiliyorum. Onunla ilgili pek çok şeyi öğrenebiliyorum, içselleştirebiliyorum. Ama Beethoven’ı içselleştirmek daha zor. Günümüz müziğiyle insanların algıları da değişti. Bugünün müziğinde çok fazla stimülasyon var. Tiz sesle ve bas sesler çok fazla. Sürekli biçimde de bir ritim var. Klasik müzik içerisindeki ritim bugün dinlenilen müzikler kadar değil.

 

“Yüksek bas ve epey tiz seslere alışıldı”

Tüm bu stimülasyon içinde olanlar için Beethoven besteleri bir yana Pink Floyd’un şarkılarını dahi dinlemesi zor olabiliyor…

Aynen öyle. Yine Billie Eilish’ten örnek vereyim. Onun yavaş şarkılarının dahi şu durumda dinlenilmesi zor. Yüksek bas ve epey tiz seslere alışıldı. Bir nevi “drug effect”. Ama klasik müzik böyle bir şey değil. Sürekli olarak detayları yakalamanız gereken bir müzik.

 

İşin içinde bir de odaklanma meselesi var…

Evet bu da çok önemli bir şey. Neden klasik müzik konserlerinde sıkılıyorlar ya da tam tersi rahatlıyorlar? İki sebebi var; rahatlıyorlar çünkü onda bir stimülasyon yok. Sıkılıyorlar çünkü on dakika geçiyor, yirmi dakika geçiyor aynı beste devam ediyor. Bir de artık insanlarda bir yalnız kalamama hâli söz konusu. Yalnız kalınca düşünceler devreye giriyor. Bunu derken elbette klasik müzik dinleyen kendisiyle barışıktır demiyorum. Pek çok besteci depresyonda. Ama bu müzik dinleme disiplininizi biraz daha zorlayan bir şey. Ben de işte kişisel olarak Youtube videolarım ya da Instagram paylaşımlarımla en azından insanların klasik müziğe olan ön yargısını kırmaya çalışıyorum.

“Klasik müziği de insanlara dinletmek istiyorum”

Güncel müzikle aranız nasıl? Severek takip ediyor musunuz? Mesela hiphopa bakışınız nasıl?

Hiphopın artışı sosyo-kültürel bir durum. Afro-amerikan kültür kendisini müzikle daha iyi ifade edebilir bir noktaya geldi. Bu insanlara eskiden fazla şans verilmiyordu maalesef. O yüzden bu müziğin yükselişini kutlar vaziyetteyim. İnsanlar kendilerini müzikle ifade ediyor. Birileri de bu müziği kendileriyle bağlantılı buluyor ve dinliyor. Hiphop geçici mi olur bilemiyorum. Neticede çok sayıda insan kendisinden bir şey buluyor bu müzikte.

 

Az sayıdaki kadın orkestra şeflerinden biri olarak genç kadınların sizi ilham alması neler hissettirir size?

O kadar çok mesaj geliyor ki bu minvalde. Sadece genç kadınlardan değil genç erkeklerden de mesajlar alıyorum. Türkiye’de de küçük öğrencilerim var. Ebeveynlerden mesajlar geliyor. Çocuklarına beni izletiyorlarmış. Klasik müzik yaparak kitlelere ulaşabileceğimi kim tahmin edebilirdi ki? Ben zaten insanlara ulaşmayı çok seviyorum. Klasik müziği de insanlara dinletmek istiyorum. İyi ki birilerine ilham verebiliyorum. Harika bir his.

 

İleride Türkiye’de dezavantajlı durumda olan kız çocuklarına yönelik klasik müzik eğitimi konusunda bir şeyler yapmayı düşünüyor musunuz?

Bunu çok istiyorum. Buradaki işlerimden ötürü biraz daha zaman var buna. Dünyanın diğer ucunda yaşıyorum. Saat farkı ve uzaklığın yanı sıra şimdi bir de pandemi günlerini yaşıyoruz. Düşünsenize; bir Nisan Ak Fonu var ve ben yurt dışında okumak isteyen genç kadınlara burs veriyorum. Hayallerimdeki şey kesinlikle bu. Şimdiden genç kadınlarla çalışmaya başladım. Bir de onlara böyle olanak sağlayabilirsem ne mutlu bana.

 

Yavaş yavaş sona gelirken başka projelerinize dair de soru sormak istiyorum. Günümüzde satan albümlere baktığımızda ağırlıklı olarak klasik müzik ve caz olduğunu görüyoruz. Hatta plak satışlarında bu durum epey bariz bir şekilde ortada. Sizin de gelecekte bir albüm projeniz var mı?

Önümüzdeki aylarda albümümüz çıkıyor. Daha doğrusu bir albüm kaydı olacak. Benim burada müzik direktörü olduğum Bruch Oda Orkestrası ile kaydımız yayımlanacak. Bruch Oda Orkestrası özel bir topluluk. Bu orkestra ne tam manasıyla amatör gençlerden ne de yaşı ilerlemiş profesyonellerden oluşuyor. ABD’de ikisi arasında kalan büyük bir jenerasyon var. Bu orkestrada elbette herkes kontratlı yani profesyonel. Bir Handel konçertosu olacak bu albüm kaydımız. Solistimiz de bir Türk arp sanatçı olan Beste Toparlak. Benim için bir öğrenme deneyimi olacak bu albüm. Bu açından da çok heyecanlıyım.

 

Son sorum; bir belirsizlik hakim ama en azından 2021’in ilerleyen ayları için Türkiye ve ABD’de konser planlarınız var?

Şu anda Agora Gençlik Orkestrası ile bir konser planımız var önümüzdeki sezon için. Bu sezonki etkinlikler tabii tek tek iptal olmuştu daha önceden. Neler olacak hep beraber göreceğiz.

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir