Seyhan Akıncı – Ece Temelkuran henüz 20 yaşındayken kafası karışık kadınları kaleme almış, bu hikâye “Bütün Kadınların Kafası Karışıktır” adıyla 1996’da okurlarla buluşmuştu. 10 senenin ardından kafası karışık kadınların hikâyesi sahneye taşınmıştı. Bugün aradan geçen yedi yılın ardından Selen Uçer ve Seray Şahiner’in yeniden yazımıyla “Bütün Kadınların Kafası Karışıktır” yepyeni bir reji ve kadroyla tekrar sahnede. Öyle görünüyor ki kafası karışık kadınların sahneden inmeye hiç niyeti yok. Kadınların atacağı kahkahanın tonundan dışarıda olacakları saatlerin belirlenmesine kadar yükselen erkek sesine bol kahkahalı ve biraz atarlı bir yanıt “Bütün Kadınların Kafası Karışıktır”.
“Bütün Kadınların Kafası Karışıktır”ın yeniden sahnelenme ihtiyacından başlayalım…
Selen Uçer: Ece Temelkuran ile tanışıklığım 20 seneyi buluyor. Son 10 yıldır daha yakınız. İlk oyunun yapılmasından bu yana dünya bir sürü değişikliklerden geçti, pandemi başta olmak üzere. Bizim hayatımızda da bir sürü değişiklik oldu. Benim kayıplarım oldu. Ece, altı senedir Türkiye’de değil ne yazık ki… Türkiyeli kadınların sorunları pozitif açıdan bakarsak daha çok konuşulmaya başlandı, tüm dünyada #MeToo hareketi güçlendi, #SusmaBitsin dendi. İstismarların ve cinayetlerin üstünün kapatılması değil konuşulmasına doğru bir hareket başladı. Ece’yle telefonda dertleşirken “Oyunun daha da zamanı belki” dedi. İlk versiyonda birtakım sıkıntılardan dolayı yarım kalmış hissi vardı. Benim de metnin yazarı olarak yarım yaptığım bir şey vardı orada. Hikâyeyi tamamlama hissi vardı bende. Şehir dışında bir işte çalışırken zamanım oldu, metni güncelledim. Sonra kadrodaki arkadaşlarıma ufak ufak söyledim. Yazar olarak bu versiyonda bazı şeyleri tamamladığımı düşündüm. Kadınların, ilişkilerin, güç ilişkilerinin konuşulduğu bir hikâye bu. Tam da bugüne uygun.
Yaşamla ve kendimizle kurduğumuz ilişkiyi yeniden anımsatıyor metin… Sizde nasıl karşılık buluyor?
Deniz Işın: Bir kadının kendi içinde ya da sesini duyurabileceği yerlerde çok fazla çığlık atıp, çok bağırıp en son noktada artık “Kimse benim derdimi anlamıyor” diye susmaya karar vermesinden yola çıkıyoruz. Bu kadının susmaya karar vermesiyle aslında bir sürü şeyi kanıksamış olan diğer kadınların konuşmaya karar verdiğini görüyoruz. Son bir senedir benim de hayatımda büyük değişiklikler oldu. İstediğini ve istemediğini söyleyebilmek, hayır diyebilmek gibi. Bir kadın olarak Türkiye’de ve dünyada bunu yapabilmek çok önemli. Bu rolü oynarken belki de sosyal hayatımda bağıramadığım bir sürü şeyle ilgili burada çığlık atabiliyorum. Dolayısıyla kendimi en azından bu iki saatlik süreçte çok iyi hissediyorum dünya ve kadınlarla ilgili olarak.
Ayfer Tokatlı: Bana da şöyle bir yerden dokunuyor; tabii ki Aysel’in sustuğu birçok şey var aslında… Ama onunla ilgili özdeşlik kurup kendi hayatıma baktığımda ne kadar çözümcül olduğunu görüyorum Aysel’in. Ben çok irdeleyen, çok fazla kendimle uğraşan bir insanım. Aysel’in bu kadar çözümcül olması bana ilham veriyor.
Elit Andaç Çam: Bir şey oynarken o dönem, ne oynadığımız hayatımızı çok şekillendiriyor. Benim için geçmişte hep böyle oldu. Bu kadar ciddi konuları bu kadar eğlenerek oynuyor olmak hayatımda da ciddi şeylerle ilgilenirken onları hafif bir yere taşımayı öğretiyor. Oyunda hiçbir ajitasyon yok. Çok değerli buluyorum bunu. Bu kadar önemli şeyleri boğazımızı sıkıp hayattan soğutmaya çalışırcasına söylemiyoruz. Hayatımı da böyle yaşamıyorum. Deniz’in bir lafı var, “Türkiye’de o kadar çeşitli kâbus seçeneğiniz var ki” diye… Her şey bu kadar korkunçken bunu nasıl karşıladığımız çok önemli.
Deniz I.: Dertler konusunda ortaklaşmak belki de insanları yaşamaya daha çok teşvik ediyor.
Ayfer T.: Mizah da buradan çıkıyor aslında…
Semih Varol: Ya da konuştukça aslında dertlerin paydasında eşitlendiğimizi fark ediyoruz.
Elit A. Ç.: Bu hafiflik de bana ilham oluyor.
Semih V.: Oyunda en çok birbirlerinin gerçekliğinin, birbirlerine temas ettikçe genişlemesini ve aslında ayrıksı duran bu beş kişinin sonunda tekleşmesi hâlini çok seviyorum. Çünkü günümüz dünyasında bu böyle. Sadece Türkiye için değil… Hepimiz iktidarın uzantısı bireyleriz. Farklı yollardan yalnızlaştırılmış insanlarız. Dolayısıyla o birbirinden ayrıksı duran ama temelde benzeşen yalnızlıklarımızla birbirimize yaslanma hissi beni çok etkiliyor.
Bu söyleşi Milliyet Sanat dergisinin ocak sayısından alıntılanmıştır. Tamamını dergide okuyabilirsiniz.