‘Müzeler, yaşanılan yerler olmalı’

Ayşe Özdemir – Müzeciliğin tanınmış uzmanlarından Mine Küçük ile İstanbul Sultanahmet’teki Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde buluştuk. Sorularımızı yanıtlayan Mine Küçük’ten bu kültür kurumlarının sırlarını öğrenmeye çalışırken, müzelerin sanıldığının aksine geçmiş zamanın içinde donup kalmış yerler olmadığı bilgisini edindik.

Dünyada kaç çeşit müze var?

Çok sayıda müze türü bulunuyor ama tam sayı vermek mümkün değil. Çünkü her şeyin müzesi olabilir, saç müzesi bile. Müzeyi herhangi bir konu hakkında bilgi edindiğiniz resimli bir kitap gibi düşünebilirsiniz.

Müzelerin ortaya çıkmasında koleksiyonculuk etkili oldu mu?

Koleksiyonculuğun müzelerin ortaya çıkmasında önemli bir yeri var. Koleksiyonculuğun kökeni antik çağa uzanıyor. Tapınaklarda sergilemek için biriktirilen değerli objeler, Romalı komutanların sefere gittikleri yerlerden getirdikleri objeler ve sanat eserleri, Avrupa’da gördüğümüz Nadire Kabineleri, sonrasında gittikçe uzmanlaşan koleksiyonlar bize koleksiyonculuğun müzelerin tarihinde önemli yeri olduğunu gösteriyor.

Bizde nasıl gelişti?

Bizde müzecilik, 19. Yüzyıl’da Osmanlı aydınlarının tarih konusunda bilinçlenmesi, arkeolojiye ilgi duyması ve Avrupa müzelerini görmesiyle başladı. Aynı yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda yapılan reformlar, imparatorluk müzesinin açılması, Osman Hamdi Bey ve bazı devlet adamlarının çalışmaları Osmanlı döneminde müzeciliğin ilerlemesini sağladı.

Müzecilik dünyada koleksiyonculuktan itibaren nasıl bir çizgi izledi?

Sanat ve tarih koleksiyonlarının yanı sıra zamanla devreye çeşitli koleksiyonlarla kurulan üniversite müzeleri girdi. Aydınlanma çağıyla üniversite müzeleri ve müze çeşitleri arttı. Fransız Devrimi çok önemli bir aşama. Mesela kraliyet koleksiyonu halk için Louvre Müzesi’nde sergilendi. Toplum odaklı müze anlayışı başladıktan sonra özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra zaten müze sayısı da giderek arttı. Müze yönetimleri, biz bu eserleri ziyaretçilere ne kadar anlatabiliyoruz diye düşünmeye geçince eğitim programları da artmaya başladı. Çocuklara, yetişkinlere yönelik eğitim programları, atölyeler ve konferanslarla müzenin koleksiyonu ziyaretçilere daha iyi anlatılmaya çalışılıyor.

Günümüzde müzelerde hangi etkinlikler yapılıyor?

Çok fazla etkinlik gerçekleştiriliyor. Türkiye’de de 1980’de ilk özel müze olan Sadberk Hanım Müzesi kurulduktan sonra etkinlikler arttı. Rahmi Koç Müzesi’nin yıllar önce hazırladığı okul müfredatına paralel çok başarılı bir eğitim programı var. Örneğin ilkokulda kara taşıtları konusu işlenirken öğretmenler, öğrencilerini bu taşıtların bulunduğu Rahmi Koç Müzesi’ne getiriyor. Askeri müzelerde mehter takımı konser veriyor. Son yıllarda müzelerde mümkün olduğu kadar beş duyu organına hitap eden etkinlikler yapılıyor. Mesela Oxford’da doğa tarihi müzesinde doldurulmuş hayvanların sergilendiği bölümün önünde o hayvanların gerçek tüyünün yer aldığı, dokunulabilecek panolar var ve oraya dokunabiliyorsunuz. Öyle müzeler var ki size kokuyu da hissettirebiliyor. Bir savaş müzesinde barut kokusu alabiliyor ya da bir savaşın yapıldığı ortamları hissetmeniz için girdiğiniz odalarda terleyebiliyor veya üşüyebiliyorsunuz. Kısaca mümkün olduğunca müzelerde anlatılmak istenen konu canlandırılmaya çalışılıyor. Çünkü müzeler artık birer deneyim mekânları. Artık günümüzde müzede sergilenenlere sadece bakmak yetmiyor, farklı anlatımlar gerekiyor. Müzeler artık “Ben sergileme yaparım gelen gelir, gelmeyen gelmez” dememeli.

Ne demeliler?

Etkinlik yapmalılar, deneyim için ortam yaratmalılar, çarpıcı organizasyonlar yapmalılar. Müzeler, halkın yaşadığı bir yer haline getirilmeli, bir kültür merkezi gibi düşünülmeli, yaşayan yerler olmalı. Ziyaretçiler müzeyi gezmenin yanı sıra kafesinde, lokantasında, bahçesinde oturmalı. Mesela Sakıp Sabancı Müzesi’nin bahçesi çok güzel, sırf bahçesi için gidenler var. Bilbao’da Guggenheim Müzesi’ne gittiğinizde bilet aldığınız zaman size bir bileklik veriyorlar. O bileklikle müzeye gün boyunca istediğiniz gibi girip çıkıyorsunuz. Yani müze sizi gün boyunca istediğiniz zaman ağırlıyor, belli bir sürede ziyaretinizi tamamlamanız için sıkmıyor. Bu da çok büyük avantaj çünkü müze gezmek zor bir iştir. Müzeler aynı zamanda çeşitli kurumlarla iş birliği yapabilirler.

Nasıl bir işbirliği söz konusu?

Müzeler çok farklı kurumlarla; psikiyatristlerle bile işbirliği yapabilirler. Belçika’da psikiyatristler, reçeteye ücretsiz olarak müze ziyaretlerini yazabiliyorlar. Çünkü müzeler insana iyi geliyor. Bu tür örnekler çoğaltılabilir. Müzeler ayrıca İstanbul gibi kalabalık şehirler için nefes alınacak yerlerdir.

Müzeler çağa ayak uydurdu diyebilir miyiz?

Teknolojiyi kullanmak açısından evet diyebiliriz. Dünyada müzeler imkânları elverdiğince teknolojiyi kullanıyorlar ya da tercihleri nedeniyle kullanmamayı seçebiliyorlar. Sadece dijital kurulan müzeler de var. Dijital müzeler de çok heyecan verici olabiliyor ama bence hiçbir şey gerçek obje ya da sanat eseriyle karşılaşmanın yerini tutamaz.

Mine Küçük’ün Türkiye’de en beğendiği müze, İstanbul Arkeoloji Müzesi.

‘Türkiye’de müzecilik çok ilerledi’

Türkiye müzecilik açısından nerede?

Türkiye’de müzecilikte hâlâ bazı eksikler olsa da 20 yıl öncesine göre çok önemli ve hızlı ilerlemeler kaydedildi.

Sizce Türkiye’nin en güzel müzeleri hangileri?

Öncelikle İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin benim için çok ayrı bir yeri var, çünkü orada öğrenciliğim sırasında staj yaptım. Diğeri Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi. Orada da Türkiye’deki arkeolojinin kronolojisini görebiliriz. Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’ni de beğeniyorum.

Dünyadaki en iyi müzeler hangileri?

British Museum’un yeri ayrı. Metropoliton ve Louvre da çok iyi. Çoğu toplama da olsa koleksiyonları çok zengin ve güzel, iyi de bakılıyor. İskandinav ülkelerinin etnografya müzeleri de çok başarılı. Çin de son yıllarda müzecilikte büyük ilerleme kaydetti. Ayrıca Japonya’daki müzeleri mimari açıdan çok başarılı buluyorum.

‘Kaliteli vakit geçirme alanları’

Müzeler muhakkak gidilmesi gereken yerler mi?

Kesinlikle. Çünkü öncelikle müzeler bilgi deposu. Gerçekten çok fazla bilgiyi görsel ile birlikte sunuyorlar. Aileler müze gezilerini sosyal etkinlik olarak değerlendirebilir. Kaliteli vakit geçirmek için çok güzel alanlar. Bazı müzelerin restoranları çok iyi. Müzeler yaşamın bir parçası olmalı. Farklı yaşlarda müzeye gitmek farklı deneyimler getirir. Kendi şehrimizdeki müzelere hep gitmek lazım. Çünkü insan zaman içinde yenileniyor.

Özgeçmiş

İstanbul Üniversitesi Prehistorya Bölümü mezunu olan Mine Küçük, yüksek lisansını Minnesota Üniversitesi’nde arkeoloji ve müze bilimi alanında yaptı. Ardından Minnesota Bilim Müzesi Antropoloji Bölümü’nde uzman olarak görev yaptı. İstanbul’a döndüğünde Avrupa Birliği projelerinde içerik hazırlayıcı ve koordinatör olarak çalıştı. Üniversitelerde müze bilimi dersleri veren Mine Küçük, eğitim programları hazırlıyor, danışmanlık ve küratörlük yapıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir