Betül Yasemin Keskin / Milliyet.com.tr – Enkebit, Hınkır Munkur, Demirkıynak, Albastı, Kara Korşak ve daha fazlası…Küçükken korkutulduğumuz, büyüdüğümüzde korkutmak için anlattığımız ve adını muhtemelen yeni duyacağınız ‘memorat’lar ne ifade ediyor? Bu korku hikâyelerinin altında yatan sırra, Türk mitolojisindeki canavarlar ile Kur’an-ı Kerim’de geçen cinler arasındaki ilişkiye Başkent Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden Dr. Öğr. Üyesi Ayşe Duvarcı ışık tuttu.
HER YERDE, HER KÜLTÜRDE VAR
Tabiatüstü varlıklar yeryüzündeki tüm kültürlerde var. Dünyanın en doğusundan en batısına kadar her yerde, inanç alanının ortak tasarladığı bu varlıklara rastlamak mümkün. Dr. Ayşe Duvarcı, mevcut tabiatüstü varlıkların ne oldukları, nasıl oldukları hakkında kesin bir bilgi olmadığını ve bunlara tasarım denmesinin sebebinin de bu bilinmezlikten geldiğini söylüyor.
Bunların mitolojik dönemlerden gelen yaratıkların olduğunu ve zaman içinde karşılaştıkları kültürlerdeki kendilerine benzeyen anlatılanlardan beslendiklerini ileten Dr. Ayşe Duvarcı, “Türkler için konuşmak gerekirse gök tanrı inancıyla, şaman inancıyla, yer-su anlatılarıyla yaşadığımız günlerden ortak bilinçaltımızda kalan unsurlar kuşaklar boyunca nakledildi. Mezopotamya’daki ve Anadolu’daki arkaik varlıklarla beslendiklerini söylenebilir” dedi.
İslamiyet’in kabulüyle de İslami çerçevedeki olağanüstü anlatılardaki varlıklar ile İslamiyet öncesi varlıkların birleşmeleri sonucunda büyük bir tasarımın ortaya çıktığını söyleyen Dr. Ayşe Duvarcı, bu mitolojik tasarıların doğuşuna dikkat çekti.
BİR DEĞİL, PEK ÇOK İSME SAHİP
Türk mitolojisindeki tabiatüstü canavarların isimleri oldukça çeşitli. Bu varlıkların; cin, peri, şeytan karakura, cadı, congoloz, kamoz, kayışayak, ahırlık ve albastı gibi çok farklı isimleri olduğunu söyleyen Dr. Ayşe Duvarcı isimlerin coğrafyaya göre değiştiğini ve isimlerinden ziyade bunların rollerinin daha önemli olduğunu belirtti.
‘GÖREVLERİ CEZALANDIRMAK VE UYARMAK’
Tabiatüstü varlıkların asıl görevlerinin uyarı ve cezalandırma olduğunu söyleyen Duvarcı, bu varlıkların insanları nasıl uyardıklarına ve nasıl cezalandırdıklarına değindi. Dr. Ayşe Duvarcı, “Şunu söyleyebilirim ki bunların yaşadıkları yerler sıradan mekânlar değil. Bulundukları yerler çöplükler, ormanlar, saçak altları, kirli suların döküldüğü alanlar, mezarlıklar, ürkütücü yerler, kuyu başları, göl kenarları, mağaralar, terk edilmiş yerler. Onların buralarda bulunmasının insan hayatı için önemi var. Yani bu varlıklar, insanlara farkına varmadan önleyici, koruyucu destekler sağlıyor. Bu saydığımız ortamlar her türlü tehlikeye açık olan ortamlar” diye konuştu.
Dr. Ayşe Duvarcı’ya göre kötü enerji taşıyan yerlerde yaşamaları ve geceleri dışarı çıkmaları ise insanların birbirlerine karşı anlattıkları memoratlarda, uyarıcı niteliği taşıyor.
‘HEPİMİZİN BİR MEMORATI VARDIR’
Peki, memorat nedir? Dr. Ayşe Duvarcı, “Memorat doğaüstü varlıklarla ilgili kısa anlatılara denir. İnsanlar başlarına gelen veya nesilden nesile aktarılan olayları anlatırlar ve burada olağanüstü varlıklar kahramandır. Bu memoratlarda anlatılan olaylar bir çeşit eğiticilik görevi görürler” dedi. Dr. Ayşe Duvarcı, nasıl eğittikleri noktasını ise “Memoratlarda kötü yerlerde bulunmamak gerektiği hakkında uyarılar bulunur. Örneğin kötü yerlerden uzak dur çünkü başına kötü şeyler gelebilir. Bunun adına çarpılma, uğrama denir” diyerek açıkladı. Hepimizin anlatacak bir memoratı olduğunun altını çizen Dr. Ayşe Duvarcı, bunun önemli olduğunu vurguladı.
‘BU CANAVARLAR TOPLUMUN DEĞERLERİNİ AKTARIYOR’
Memoratlarda anlatılan tabiatüstü varlıkların eğitici özelliklerine değinen Dr. Ayşe Duvarcı, bunu şöyle örneklendirdi: “Yere düşen ekmeği kaldırmayan birine birtakım varlıkların uğradığını, dolayısıyla ekmeğin kutsal sayıldığını ve yerde bulunan bir ekmeğin öpülüp yüksek bir yere kaldırıldığını öğretir. Temiz olmak gerektiğini, etrafı kirletmemenin önemini ya da mezarlıktan geçerken şarkı, türkü söylemenin ölmüş atalara karşı saygısızlık olduğunu ileten memoratların tamamı, topluma ait bilinçaltının uyarısıdır.”
‘GÜNÜMÜZDE DE DEVAM EDİYOR’
Peki, günümüzde bu anlatılar hâlâ var mı? Dr. Ayşe Duvarcı, “Evet, var. Halk bilimciler bu konularla ilgili çok fazla çalışıyor. Anlatılanlar, mevcut sosyo-kültürel yapı içinde yeniden anlamlandırılıyor. Artık eskisi gibi gaz lambasının ışığında bu hikâyeler anlatılmıyor. Mesela yazlıklarda gençlerin aralarında geçen konuşmalar oluyor ya da gece nöbetinde çalışan fabrikalarda işçiler korku dolu hikâyeler anlatıyorlar. Bu anlatılar, insanların olağanüstü konuları sevmelerine, bir de merak duygusuna dayanır” yorumunda bulundu.
Doğaüstü varlıkların yer aldığı memoratların insanı anlamaya, insanın iç dünyasını, korkularını ve fantezileri anlamlandırmaya yaradığını söyleyen Dr. Ayşe Duvarcı, “Bunlar bir milletin bilinçaltındaki en eski, katman katman oluşmuş değerleri gün yüzüne çıkarıyor” dedi.
‘İSLAMİYET’TEN SONRA DA VARLIKLARINI KORUDULAR’
Tabiatüstü varlıkların hafızalardaki yerini uzun yıllardır koruduğuna vurgu yapan Dr. Ayşe Duvarcı, “Mesela 8.- 9. yüzyılda kabul ettiğimiz İslamiyet anlayışına bakacak olursak bunun içinde adı ‘cin’ olan Kura’n-ı Kerim’de de geçen bir kavram var. İnsanın derisinden bile geçebilen varlık olan cin, bugün aklımızla idrak edemeyeceğimiz olağanüstülükte olsa da, bunu yadırgamamamızın sebebi aslında varlığına İslamiyet öncesinden beridir inanıyor oluşumuz” dedi.
ALKARISINI YAKALAMAK MÜMKÜN!
Türklerde bilinen en yaygın tabiatüstü varlığın ‘alkarısı’ olduğunu ileten Dr. Ayşe Duvarcı, alkarısının lohusa kadınlara musallat olduğunu, onların ciğerlerini yediğini ve bu yüzden günümüzde dahi yeni doğmuş kadınların yalnız bırakılmadığını vurguladı. Tıbbın “Lohusa Humması” olarak adlandırdığı durumu mitolojinin ‘alkarısı’ olarak tanımladığını söyleyen Dr. Ayşe Duvarcı, “İnanışa göre alkarısının size uğraması durumunda, yakasına bir iğne ve çuvaldız batırırsanız sizin köleniz olup her dediğinizi yaparmış” diyerek sözlerini noktaladı.
İŞTE O ‘CANAVARLAR’…
İşte kültürümüzde, günlük pratiklerimizde hatta atasözlerimizde ve geleneklerimizde derin bir yere sahip olan o varlıklar:
Enkebit: Enkebit İç Anadolu’da görülen bir varlıktır. Anlatılara göre başında altın bir fesi vardır ve sağ elinin ortası deliktir. Uyuyan insanların boğazlarını sıkarak onları boğmaya çalışır. Rivayete göre, başından fesini kapan kişiye dokunmaz.
Hınkır Munkur: Anlatılanlara göre, Hınkır Munkur yakaladığı insanları önce boğarak öldüren sonra da yiyen bir yaratık. İnsana benzer fakat göbeğinde bulunan bir torbanın içinde yavrusunu taşır. En korktuğu şey ise üzerine idrar yapılmasıdır. Hınkır Munkur’un uğradığı biri idrar ile tehdit ederse oradan uzaklaşır.
Demirkıynak: Bigadiç dağlarında yaşayan, her kılığa girebilen, korkunç sesler çıkararak insanların delirmelerine sebep olan, çok pis kokulu, sudan korkan bir yaratık. Eğer bir Demirkıynak görürseniz anında göle veya dereye girerek kurtulabilirsiniz.
Kara Korşak: Erbil bölgesinde Türkmenlerin eşek, köpek, domuz, keçi kılığına girdiğine inandıkları bir cin çeşidi. Gece kapıları çalıp, ev sahibinin tanıdığı bir ses ve kılıkla onu kandırarak çağırıp kaçırdığına inanılır. Bu cinden korunmak için pantolon giyiyorsanız, düğmelerini açmanız yeterli olduğu bilgisi verilir.
Karakoncolos: Karakoncolos kışın en soğuk günlerinde insanların karşısına çıkan bir varlık. Özellikle Doğu Karadeniz bölgesinde ‘Karakonculu’, ‘Karakoncilo’, ‘Koncolos’, ‘Yaban Adam’ gibi adlarla anılır. Karakoncolos’un kışın ormandan veya denizden fırtına ile geldiğine inanılır. İnsanı taklit edebilen ve maymuna benzediği düşünülen bu cini,n özellikle küçük çocukları ve yeni doğmuş buzağılara musallat olduğu bilinir. Karakoncolos’tan korunmak için yörede yaşayanların evlerinin kapılarına ‘kuymak’ adı verilen yemeği koydukları söylenir.
Kamos: Harput civarında görülen bir kötü yaratık ise Kamos’tur. Özellikle tek başına uyuyan insanların üzerine bütün ağırlığı ile çökerek, onların çarpılmalarına bazen de ölmelerine sebep olduğu düşünülür. Hatta Kamos’un uğradığı kişilerin damarlarındaki tüm kanın çekildiğine inanılır.
Kara-kura: Erzurum ve Erzincan yöresindeki inanışlara göre kara-kura tıpkı albastı gibi lohusalara musallat olarak onları korkutur. Konya bölgesinde anlatılanlara göre bu cin, keçiye benzeyen fakat kedi büyüklüğünde insanlara çöken bir yaratık. Gün ışığından korkan kara-kura’nın ancak güneş doğduğunda yakalanabileceği söylenir. Kara-kura’nın en büyük özelliği ise genelde yatağında yiyecek kırıntısı olanlara musallat olması.
Arçuri: Arçuray olarak da bilinen özellikle Çuvaşlarda şeytani orman cini olarak tanımlanan Arçuri, yerleri süpüren saçları, kıllarla kaplı vücudu olan bir yaratık. En büyük özelliğinin insanları gıdıklayarak gülmekten çatlatmasıdır.
Bükre: Altay mitolojisinde savaşan iki ejderhadan iyi huylu olanının adı Bükre’dir. Bukra olarak da bilinen bu yaratık diğerlerinin aksine insanların yardımcısıdır. Rivayete göre, bin yılda bir yeryüzüne inerek dünyanın durumunu kontrol eder ve geri döner.
Çay Ninesi: Azeri halk kültüründe dere ve nehirlerde yaşlı bir kadın suretinde yaşadığı bilinen yaratık. Çay Ninesi, suya çok bakana kızıyor, başını döndürüyor ve etkisi altına alıyor. Bu yüzden inanışa göre nehir kenarına giden biri ‘su sahibi’ne selam vermeli. Ayrıca Çay Ninesi’ni kızdırmamak için suya çöp dökmek kesinlikle yasak.
*Kaynak: Dr. Ayşe Duvarcı, ‘Türklerde Tabiat Üstü Varlıklar ve Bunlarla İlgili Kabuller, İnanmalar, Uygulamalar’