Aydın Hasan / Ankara – İsmet İnönü, 13 Ekim 1923’te Meclis’e tek maddelik bir anayasa değişikliği teklifi sundu. Teklifte; “Türkiye devletinin makarrı idaresi Ankara şehridir” hükmü yer alıyordu. Gerekçesinde ise “İstanbul, Türk milletinin müdafaa vasıtalarına mevdu olarak ilelebed korunacaktır. Devlet merkezinin Ankara olması zaruridir” deniliyordu. Payitaht olan İstanbul, 6 Ekim 1923’te düşman askerlerinin ayrılmasıyla kurtulmuştu. O dönemde dünyanın sayılı kentlerinden İstanbul dururken, yoksul Anadolu kasabası olan Ankara başkent ilan edildi.
Destanın karargâhı
Mustafa Kemal Paşa, Heyeti Temsiliye Başkanı sıfatıyla 27 Aralık 1919’da Ankara’ya geldi. 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi Ankara’da açıldı. Meclis ordusu kuruldu. Yeni ordu, Yunan işgaline karşı direnişe geçti. Yunan Büyük Taarruzu, 23 Ağustos’ta 1921’de başlatıldı. Sakarya’nın gerisinde tertiplenen Türk ordusu, üstün düşman güçlerine karşı efsanevi bir direniş gösterdi. Sakarya Savaşı ile Yunan Büyük Taarruzu geri püskürtüldü. 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar’da kazanılan Büyük Zafer ile vatan kurtuldu. 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması, yeni Türk Devleti’nin devletler arenası içinde tescili oldu. Ancak yeni devletin bir başkenti yoktu. Ankara, milli mücadelenin karargâhı olmuştu. Fakat bir kasaba görünümündeydi.
Ankara için ilk sinyal
Mustafa Kemal, Ankara’yı başkent yapacağının ilk sinyalini Büyük Zafer’den sonra çıktığı bir gezide, halka seslenişinde verdi. Prof. Hamit Sadi Selen, Atatürk’ün yakınında yer alan isimlerden Siirt Milletvekilliği yapmış Mahmut Soydan’ın bir yazısına göndermede bulunur. Buna göre Soydan, Atatürk’ün o günlerde şunları söylediğini aktarır: “Devlet merkezini seçerken iki noktayı göz önünde tutmak icabeder. Biri, her nevi tecavüze karşı yerinden kıpırdamayarak kuvvet ve sükûneti muhafaza edebilecek bir yer olmalı. Bu itibarla tabiî memleketin merkezini araştırmak lâzım. Yoksa bir geminin topundan telâşa düşecek bir yerde hükümet merkezi olamaz, ikincisi, hükümet merkezi öyle bir yerde olmalı ki, hükümet nazarını memleketin bütün muhitlerine müsavi surette atfedebilsin. Memleketin bir kenarına çekildiğimiz zaman, vatanın bizden uzak kalan yerlerini unutuveriyoruz. Biliyorsunuz ki, Anadolu bugün baştan başa harabe halindedir, kasaba ve şehir denilen yerleri de öyledir. Niçin böyledir? Çünkü İstanbul’u hükümet merkezi yapmışız ve kendimizi yalnız onun cazibesine kaptırmışız. İstanbul, güzel bir şehrimizdir. İşgal altında bulunduğu müddet zarfında bütün Anadolu onun elemini taşıdı. İstanbul’un hükümet merkezi olmaması ona karşı ne sevgimizi azaltır, ne alâkamızı. (…) İstanbul, hükümet merkezi olmadıktan sonra tabii, vüs’atiyle, nüfusunun çokluğuyla mütenasip idari teşkilâta malik olacak. Fakat hiçbir zaman müstesna, mümtaz bir şehir gibi hususi bir idareye malik olmayacak.”
Yabancı ülkeler karara direndi
Ankara’nın dünyanın güç dengeleri içinde tam ve gerçek bir başkent olarak kabulü için verilen mücadele 1930 yılına kadar sürecekti. Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara’da yalnızca Afganistan ile Sovyetler Birliği’nin büyükelçiliği vardı. 1925 yılına gelindiğinde bunlara sadece Yunanistan ve Polonya’nın büyükelçilikleri eklenmişti. Aynı yıl İstanbul’da ise 18 devletin temsilciliği bulunuyordu. İngiltere başta olmak üzere birçok devlet Ankara’nın başkent oluşunu kabul edemiyordu. Onların umudu başkentin bu bozkır kasabasından İstanbul’a taşınacağı yönündeydi. 1925 yılında hükümet, yabancı büyükelçiliklere ücretsiz arsa tahsis etme kararı aldı. ABD, Ankara’ya ilk büyükelçisini 1927 yılında atadı. Osmanlı döneminde ABD ile ilişkiler konsolosluk düzeyinde yürütülüyordu. 1929 yılına gelindiğinde İngiltere, Ankara’da sahip olduğu arsaya bir bina yapmış ancak hâlâ büyükelçiliği Ankara’ya taşımamıştı.
İngiltere’ye diplomatik çalım
Atatürk, 1 Haziran 1929’da Türkiye’deki yabancı büyükelçileri Çankaya Köşkü’nün bahçesindeki partiye davet etti. İngiltere Büyükelçisi George Clerk, 3 Haziran’da İstanbul’da Britanya Kralı’nın doğum günü için resepsiyon verecekti. Dönemin ulaşım imkanları içinde İngiliz Büyükelçinin, Çankaya’daki partiye katılıp İstanbul’a dönüp resepsiyonu vermesi mümkün değildi. Atatürk’ün partisine katılmama gibi bir tercih dönemin diplomatik ve siyasi koşulları içinde uygun olmazdı. Türk diplomasisinin usta taktiği tuttu. Büyükelçi Clerk, o yıl Kralın doğum günü resepsiyonunu istemeye istemeye Ankara’daki İngiliz temsilciliğinde verdi. Böylece İngiltere’nin Ankara’yı başkent olarak tanımama inadı ve İstanbul’da diretmesi o resepsiyon ile fiilen sona erdi. 1930 yılına gelindiğinde başkentte 10 büyükelçilik, 14 elçilik, 3 maslahatgüzarlık olmak üzere 27 ülkenin misyonu vardı.